30 Mayıs 2018 Çarşamba

İnsan hakları dersi veren Prof'tan ırkçı sözler Üniversitede insan hakları dersi veren Prof. Çeçen: Kürt’e doğum kontrolü!.. Gösteriye füze atılsın.. (12 Ocak 2012, EN SON HABER)

İnsan hakları dersi veren Prof'tan ırkçı sözler
Üniversitede insan hakları dersi veren Prof. Çeçen: Kürt’e doğum kontrolü!.. Gösteriye füze atılsın..

Radikal gazetesinden Tarık Işık'ın haberine göre, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde insan hakları dersi veren Prof. Dr. Anıl Çeçen, Kürt sorunuyla ilgili tartışma yaratacak bir öneri getirdi. Meclis İnsan Hakları İnceleme Komisyonu bünyesindeki Terör ve Şiddet Olayları Kapsamında Yaşam Hakkı İhlallerinin İncelenmesine Dair Alt Komisyon'a bilgi veren Çeçen, "Güneydoğu'da yaşanan teröre artık biz normal koşullarda insan hakları açısından bakamayız. Savaş hukuku açısından bakmak durumundayız" dedi. Devletin egemenliğini göstermesi gerektiğini savunan Çeçen, Kürt ailelerin 10 çocuk sahibi olmasını eleştirerek, doğum kontrollü uygulanmasını da önerdi.
'Savaş hukuku lazım'
Şırnak'ın Uludere ilçesinde 35 vatandaşın yaşamını yitirdiği vahim olay tartışılırken, Meclis İnsan Hakları Komisyonu'na konuşan kamu hukukçusu Prof. Çeçen'in önerisi şok etkisi yarattı. Güneydoğu ve Kuzey Irak'taki çatışmanın bir 'ön savaş' olduğunu ileri süren Çeçen şunları söyledi: "Güneydoğu'da yaşanan teröre biz artık normal koşullarda insan hakları açısından bakamayız. Sürekli silahlı çatışmalar, sürekli zarar var. Bu çerçevede de biz artık İnsan Hakları Sözleşmesi'nin getirdiği temel haklar çerçevesinde konuyu değerlendirme noktasında değiliz. Vur gerilla vur' sözlerinin arttığını görüyoruz. Diğer yandan bölgedeki belediyelerin bir araya gelerek bölgesel belediyeler birliği yapılanmasına gittiğini görüyoruz. Eğer Türkiye Cumhuriyeti Devleti devletse, devlet olduğunu bilecek. Çünkü bir devlet ya vardır ya yoktur. Varsa egemenliğini kullanır, yoksa başka devlet modelleri devreye girer. Güneydoğu'da yaşanan terörü o zaman bir savaş öncesi dönem olarak görmek ve bu çerçevede, savaş hukukunun yani Cenevre'de imzalanan protokolleri gündeme getirmek zorundayız. Yani bölgeyle ilgili olarak yapılmayan bir şeyi öneriyorum."
Prof. Çeçen'in önerileri bununla da sınırlı kalmadı. Çeçen, geçmişte de zaman zaman dile getirilen 'Kürt nüfusunun artması' meselesine de kendine göre 'çözüm' getirdi.
Kürt'e doğum kontrolü!
Prof. Anıl Çeçen, "Neden bugün Türklere yönelik bir doğum kontrolü yapılırken Doğu Anadolu'da yoksul Kürtlerin 10 tane çocuğu var? Ben araştırdım. Baktım ki, Dünya Bankası fonlarından bunlara para yardımı yapılıyor. Burada bir plan var" iddiasında bulundu.
Meclis'teki komisyon toplantısındaki açıklamalarına dairRadikal'in sorularını yanıtlayan Çeçen, "İnsan hakları, normal barış koşullarında geçerlidir, Silahlı çatışma ortamında en temel hak olan yaşama hakkı ortadan kaldırıldığı için farklı bir hukuk uygulanmaktadır o da savaşı önlemek, savaşı kurallara bağlamak, silahlı çatışmanın yarattığı zararları tazmin etmek" dedi.
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'ndeki "Hiç kimse keyfi olarak sürgün edilemez" ilkesini hatırlatmamız üzerine ise Çeçen "Silahlı çatışma ortamında güvenlik olmadığı için herkes terk etmek durumunda kalıyor" yorumunda bulundu.
'Gösteriye füze atılsın'
Prof. Dr. Anıl Çeçen, toplanma ve örgütlenme hakkının sınırlandırılıp sınırlandırılamayacağı sorumuza da şu yanıtı verdi: "Tabii sınırlandırılabilir. Nerde bir topluluk varsa uydu üzerinden yer tespiti ile bir füze göndermek mümkün. 40-50 kişi bir araya geldiyse ve bu olaylar tırmandırılmak isteniyorsa pek ala hedef olacak. O zaman terörün tırmanmasını önlemek üzere geçici bir süre, silahlı çatışma ortamı ortadan kalkana kadar bu tür toplantılar sınırlanabilir. Ama sürekli olur demiyorum."
Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Anıl Çeçen, tutuklanma ve sürgün meselesinin de anlattığı çerçevede ele alınması gerektiğini savundu.
Prof. Çeçen insan hakları dersi veriyor
1948 doğumlu Prof. Dr. Anıl Çeçen, AÜ Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. 1974-1978 arasında Unesco Eğitim Komitesi Sekreterliği'ni yürüttü. Günümüzde AÜ Hukuk Fakültesi Kamu Hukuku Anabilimdalı başkanlığını yürütüyor. İnsan hakları ileAtatürk İlke ve İnkılap Tarihi dersi veriyor. Çeçen'inTürkiye'de Sendikacılık, Adalet Kavramı, Sosyal Demokrasi, Türk Devletleri, Tarihte Türk Devletleri, İnsan Hakları, Halkevleri başlıklı kitapları bulunuyor.
PKK 'savaşan taraf' olur
Prof. Anıl Çeçen'in 'savaş hukuku' önerisine hukuk çevrelerinden uyarı geldi. Radikal'e konuşan Uluslararası İlişkiler Profesörü İlter Turan, savaş hukukunun gayri nizami örgütlerle yürütülen mücadelede uygulanamayacağını söyledi. Eski Adalet Bakanlarından Hikmet Sami Türk ise savaş hukuku uygulanması halinde PKK'nın 'savaşan taraf' haline geleceğine dikkat çekerek, "Bu durum PKK'yı savaşan devlet olarak kabul etmek demektir" dedi.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin eski yargıçlarından CHP Milletvekili Rıza Türmen de şunları söyledi: "Cenevre sözleşmelerini uygularsanız mahkum olanPKK'lılar savaş tutsağı sayılacak. Savaş esiri sayıldıkları için Kızılhaç onları ziyaret edecek. PKK'ya 'savaşan taraf' statüsü vereceksiniz. Üstelik İnsan Hakları Sözleşmesi'nden doğan yükümlülükler de kalkmayacak."

Başkentliler Haber, Ankaralıların Haber Merkezi "DÜNYA ZENGİNLERE GÖRE DİZAYN EDİLİYOR"-Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN "DÜNYA ZENGİNLERE GÖRE DİZAYN EDİLİYOR"

Küreselleşme döneminin en önemli siyasal sonuçlarından birisi olarak gündeme gelen bölücülük hareketleri ,bütün dünya ülkelerinde ön plana geçmekte ve , bugünün dünya haritasında yer alan tüm devletler yıllar geçtikçe yoğun bir bölücülük tehdidi ile karşı karşıya kalmaktadır . İnsanlık yirminci yüzyıla geçerken dünyada yirmi devlet varken , yirminci yüzyılın sonlarında yirmi birinci yüzyıla geçerken iki yüz civarında devlet ortaya çıkmıştır .Birinci ve ikinci dünya savaşları sonucunda imparatorluklar ortadan kalkmış , sömürgeler tasfiye edilmiş daha sonrada sosyalist sistem ortadan kaldırılarak yirminci yüzyıl içinde bu üç büyük dönüşüm sayesinde devlet sayısı on misli artarak, iki yüz civarında yeni siyasal yapılanmalar üzerinden büyük bir artış göstermiştir . Bu gibi konularla ilgilenen bazı uzmanlar , küresel emperyalizm çağında daha da ileri giderek insanlık için iki yüz devletin yeterli olmadığını gene geçen yüzyılda olduğu gibi devlet sayısının en az on misli artırılması gerektiğini hiç çekinmeden ileri sürmektedirler . Onlara göre , insanlık yirmi birinci yüzyılın sonlarında artık iki bin devlete sahip olmalıdır .

Dünya üzerinde yeni kıtalar oluşmadığına göre , devlet sayısının on misli artırılması geçen yüzyılda olduğu gibi var olan devletlerin bölünmesi ile sağlanarak , dünya haritası çok parçalı bir siyasal yapılanmaya doğru yönlendirilecektir . Uzaydan ya da başka gezegenlerden yeni devletler dünyaya gelmeyeceğine göre , devlet sayısının ciddi bir bölücülük faaliyeti sayesinde en az on misli artırılacağı anlaşılmaktadır .

Fransız devriminin getirdiği ulusculuk akımları imparatorlukları bölünce ve daha sonra da eski sömürgelerde dışarıdan desteklenen ulusculuk akımları aracılığı ile yeni ulus devletler dünya kıtaları üzerinde yer almaya başlayınca, var olan devlet sayısı kısa bir zaman dilimi içinde on misli artarak yeryüzü haritası üzerinde fazlasıyla parçalı bir siyasal yapılanma ortaya çıkmıştır . Bugün geçmişten gelen bu sürecin bir başka benzeri ısrarlı bir biçimde ve dışarıdan desteklenerek ulus devletlere yönelik bir doğrultuda sürdürülmek istenmektedir . Ulusculuk akımları sayesinde öne çıkan ulus devletler imparatorlukların bölünmesine yol açarken , bugün alt kimlikçi ve etnikçi bir mikro milliyetçilik aracılığı ile var olan ulus devletler parçalanarak dünyanın her bölgesinde yeni eyalet devletçikleri oluşturulmaya çalışılmaktadır . Yerelleşme ya da yerel yönetim reformları görünümünde gündeme getirilen yeni bölücülük akımı sayesinde , bugünün dünya haritası üzerinde yer alan ulus devletlerin yarısından fazlası ciddi bir bölünme tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır . Özellikle alt kimliklerin kışkırtıldığı ve bunların mikromilliyetçi bir harekete yönlendirilerek , daha küçük bir ulus devlet olmaya doğru sürüklenmeleri ,küresel emperyalizmin kapitalist merkezleri tarafından açıkça desteklenerek ,batının dışında kalan bütün doğu ve güney ülkeleri bölünmeye doğru giden yolda zorlanmaktadırlar . Ulus devletlerin dışa açılmaları teşvik edilerek ekonomik yoldan kapitalist sistemin etkisi artırılmakta ve ekonomi üzerinden ulus devletlerin parçalanmasına giden yolda ,hem etnik gruplar hem de yeni oluşturulan cemaatlar büyük parasal olanaklar ile desteklenmektedir . Her ülkenin ekonomisi devletlerin elinden alınarak dışa açılırken , serbest piyasa üzerinden dünyanın her ülkesine kaydırılan sermaye gücü sayesinde , ulus devletlerin bölünerek ortadan kalkmalarını sağlayacak bir eyaletleşme , etnik gruplar ile cemaat oluşumlarına sağlanan büyük maddi olanaklar aracılığı ile gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır . Küresel emperyalizmin örgütleyicisi olan batı kapitalist sistemi , bütün dünya kıtalarını kendi hegemonyası altında bir baskı düzenine bağlayabilme doğrultusunda evrensel düzeyde bölücülüğü sistemli bir biçimde desteklemektedir .

Mısır’ın Kıpti asıllı hrıstıyan eski dışişleri bakanı Butros Gali ,soğuk savaş sonrasında Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliğine getirilince , küreselleşme olgusunu “Önce mikromilliyetçilik ,sonra makro devletçilik “ olarak tanımlamıştı . Uluslar arası alanın bu önde gelen temsilcisinin açıkça itiraf ettiği gibi , küreselleşme aşamasında mikromilliyetçilik akımları batı kapitalist sistemi tarafından desteklenerek ulus devletler sistemi dağıtılacak ve daha sonraki aşamada dünya haritasında yer alan küçük eyalet devletleri , kıtalar düzeyinde ya da büyük bölgesel oluşumların çatısı altında kurulacak makro devletler yapılanmasının içinde bir araya getirilecekti . İki yüz ulus devletin bölünmesi ile ortaya çıkacak iki bin eyalet devleti , beş kıta üzerinde oluşturulacak on büyük federasyonun çatısı altında birleştirilecek ve en sonunda on büyük federasyonun , bir dünya konfederasyonu çatısı altında birleşmesiyle de , yüzyıllardır zenginlerin hayal ettiği bir dünya devleti yapılanmasına geçilecekti . Zenginlerin yönetiminde bir dünya devleti ancak ulus devletlerin parçalanmasıyla kurulabileceği için , küresel kapitalizm çatısı altında bir araya gelen , her ülkenin zenginleri içinde yaşadıkları ülkelerinin kapitalist sistemin çıkarları doğrultusunda parçalanarak eyalet devletlerine geçilebilmesi için, açıktan bölücülük yaptıkları görülmektedir . Yeryüzünün bütün ticaret merkezlerine dağılarak sermaye akışını kontrol altına alan bir dini ya da etnik grubun, ulusal kimliklere karşı çıkan bir tutum içerisine girmesiyle , ulus devletlerin parçalanmasını sağlayan bölücülük akımları her ülkede öne çıkarak bütün devlet düzenleri açısından ciddi bir tehdit süreci başlatmıştır . Her ülkenin zengini kendi milleti ve devletinin desteği ile zenginleşerek bir ekonomik güç haline gelmesine rağmen , zenginleşme aşamasından sonra dışa açılarak ve yeni piyasa yapılanması sayesinde küresel sermaye düzeni ile işbirliği doğrultusunda kendi ülkelerine sırtlarını dönerek , doğrudan ya da dolaylı yollardan bölücü akımlara destek vermektedir.

Tarih boyunca siyasal dönemeçler dönülürken , yeni ortaya çıkan devlet modelleri ile eski devlet yapılarının çatıştığı görülmüştür . Bugün gelinen aşamada ise eski ile yeni devletler arasında bir çekişme değil ama büyük şirketler ile devletler arasında gelişmekte olan şiddetli bir rekabet ve çatışma süreci göze çarpmaktadır . Dünyanın en büyük sermaye örgütlenmesi olan uluslar arası finans kapitalin emirleri doğrultusunda hareket etmek zorunda kalan bütün sermaye kuruluşları ve şirketler , dünya devletlerine ve yeryüzü halklarına karşı bir hegemonya savaşı açarken , etnik gruplar ile dini cemaatları millet ve devlet düzenlerine karşı bir işbirliği ortağı olarak kabül etmiştir . Her yerde etkinlik gösteren şirketler azami kazanç peşinde koşarken , asgari masraf ile daha çabuk zenginleşebilmenin arayışı içinde olmuştur . Siyaset sahnesinin en büyük kuralı olan Makyavelizmi ekonomik alanda gerçekleştirme çabası içerisinde bulunan tekelci şirketler ,hiçbir kural dinlemedikleri gibi , kendilerinden vergi almaya kalkan ya da sınırlarda gümrük almaya çalışan devletlere karşı da kendi aralarında işbirliği yaparak sistemli bir savaş halinde olmuşlardır . Dünyanın patronu olmak isteyen para babaları , sahip oldukları zenginlik gücünü ana hedeflerini gerçekleştirme doğrultusunda kullanmakta ve bu doğrultuda da zenginliklerine yeni zenginlikler katma girişimleri içerisinde ,kendileri için sınırlayıcı bir güç merkezi olarak var olan ulus devlet düzenlerinin tasfiye edilmesi için çaba göstermektedirler . Ekonomik alanın öne geçirilmesiyle birlikte zenginlik ciddi bir siyasal güç haline gelmiştir . Büyük parasal birikimlere sahip olan zenginler sınıfı , hem kendi konumlarını korumak ,hem de küresel emperyalizmin dayatmaları doğrultusunda kapitalist merkezler ile işbirliği içerisinde ortaklıklar geliştirebilmek doğrultusunda ,vatandaşı oldukları ülkelerin ya da çatısı altında yaşadıkları devletlerin ulusal çıkarını görmezden gelerek , bir grup azınlığı oluşturan zengin kesimlerin çıkarlarına öncelik verilmesini savunabilmektedirler . Böylesine çıkarcı ve bencil tutumların kesin ve katı yaklaşımlar çerçevesinde öne çıkarılması ,bölücülüğün giderek artmasına ve güçlenerek ulus devletlerin ortadan kalkmasına yol açmaktadır . Bu yüzden artık , dünyanın her ülkesinde yaşayan toplumların zengin kesimleri yeni bölücüler olarak siyaset sahnesinde öne çıkmaktadırlar .

Zengin bölücülüğü, Amerika Birleşik Devletlerinde olduğu gibi Avrupa Birliği ülkelerinde de zaman zaman gündeme gelmiş ve Avrupa kıtasının büyük devletlerinin bölünmesine yol açabilecek yeni eyalet devletçiklerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur .Yüzyıllarca dünya kıtalarını sömürge imparatorlukları aracılığı ile yönetmiş olan Batı Avrupa’nın üç büyük devleti olan İngiltere,Fransa ve İspanya ile birlikte gene benzeri bir konumda olan Belçika günümüzde bölünme tehlikesi ile karşı karşıya kalmışlardır . Kuzey buz denizinde petrol bulunmasından sonra zenginleşen İskoçya İngiltere’yi , zengin endüstri bölgeleri olan Katalanya ve Bask yerel yönetimleri İspanya’yı , daha önceleri bağımsız bir devlet olan Korsika adası ise, Fransa’yı bölerek bu devletlerin üniter yapılarını ortadan kaldırmaya çalışmaktadırlar . Benzeri bir biçimde , Roma İmparatorluğunun çöküşünden sonra bir şehir devleti olarak Akdeniz üzerinde hegemonya kuran Venedik bölgesi İtalya’yı , Almanya’nın zengin Katoliklerinin toplandığı Bavyera eyaleti ise Protestan Alman Birliğini parçalama doğrultusunda açıktan bölücülük yapmaktadırlar . Vestfalya Antlaşması sonrasında üç yüz yıllık bir oluşum süreci geçiren Avrupa’nın büyük ulus devletleri , kendi eyaletleri konumundaki küçük devletçikler tarafından bölünmek istenirken , küresel sermayenin bu küçük yeni devlet adaylarını dışarıdan büyük destekler sağlayarak meşrulaştırmaya çalışan küreselci güçler ,ülkelerin zengin sınıfları ile devlet ve millet yapılarına karşı , ekonomik ilişkiler ve piyasalar üzerinden etkili bir işbirliği ve ortaklık dayanışmasını sürdürmektedirler . Bu yüzden , bazı ülkelerde dışarıdaki küresel sermaye ile bütünleşen zengin kesimler kendi toplumlarının ya dışında kalmakta ya da toplumlar tarafından dışlanmaktadırlar. Uluslararası kapitalist düzenin çıkarları doğrultusunda ulus devletlerin parçalanmasına göz yuman ya da dolaylı olarak destek veren süper zengin kesimler , bir aşamadan sonra bölücülük yaparak kendi devletleri ve toplumları ile karşı karşıya gelmektedirler .

Fransa,İtalya ve İspanya gibi büyük Avrupa devletleri ,merkeze bağlı bulunan eyaletlerin ya da bölgelerin ülke birliğinden ayrılarak bölücülük yapmalarını önlemeye çalışırken küresel emperyalizme karşı bir var olma savaşını vermek zorunda kalmışlardır . Kapitalist sistemin dönemsel krizleri ile istikrarsız yapılarının yol açtığı belirsizlikler ,zengin kesimleri korkutmuş ve sermaye sahiplerini öncelikli olarak kendilerini kurtarma düşüncesine doğru sürüklemiştir . Sermayenin ürkekliği zengin sınıflara korkaklık olarak yansımış ve kendi çıkarları doğrultusunda hareket eden zenginler, üyesi oldukları toplumların ya da ulusal yapıların çıkarlarını görmezden gelerek kendileri açısından , çıkarcı bir bencilliği genel olarak geçerli bir hareket tarzına dönüştürmüşlerdir . Avrupa Birliği kendi bütünlüğünü koruma doğrultusunda , ayrılıkçı eyaletlerin bulunduğu bölgelerde merkeze bağlı bölge devletlerinin kurulmasını bir alternatif olarak düşünmüş ve anayasalara konan bölge devletleri ile ilgili maddeler üzerinden, ayrılıkçı bölgelerin büyük ulus devletlerden kopmalarını önleyerek ,Atlantik kökenli bir küresel saldırganlığa karşı direnmeye çalışmıştır . Avrupa’nın zenginleri de tıpkı Amerika’nın zengin kesimleri gibi kendi çıkarlarına öncelik verirken , diğer kesimlerin ekonomik sorunlarına karşı ilgisiz kalmıştır . Zengin Katalanlar yoksul Endülüslere ya da zengin Bavyeralılar yoksul Bremenlilere para kaptırmak istemezken , zengin Venedikliler de İtalya’nın güneyinde yaşayan yoksul Napolilileri beslemek istemediklerini açıkça dile getirmektedirler . İngiltere’de zengin İskoçyalılar geri kalmış Gallileri beslemek istemedikleri gibi ,Türkiye’nin İstanbul kentinde toplanan zengin kesimlerinde ,kasıtlı olarak yoksul bırakılan doğu Anadolu’nun veya Güneydoğu bölgesinin yoksul kalan kitlelerini beslemek istemedikleri için , sürekli olarak kendi kurdukları derneklerinin çizdiği bölücü rota da , eyalet devletçiklerinden oluşacak bir federasyon arayışı sürdürülmektedirler . Büyük sermaye yapılarının bulundukları ülkelerde eyalet devletlerinin belirli bölgelerde oluşumunun gündeme gelmesiyle birlikte ,zengin kesimlerin bölücülük yaptıkları açıkça görülmektedir . Zengin bölge ya da ülke ayrılıkçılığının , bağımsızlık istekleri ile gündeme getirilmesinde zengin kesimlerin ulus devletlere karşı bölücü hareketleri dolaylı ve açık yollardan destekledikleri görülmektedir .

Zenginler ödedikleri vergiler ile, yoksulların beslenmesini , ya da geri kalmış bölgelerin desteklenmesini istememekte , aksine devletin zengin kesimlerin çıkarları doğrultusunda isteklerini öncelikle gerçekleştirmesini talep etmektedirler . Avrupa Birliği’ne giden yolda büyük ve zengin Avrupa ülkelerinin küçük ve yoksul diğer Avrupa ülkelerine destek olmaları beklenirken , bu durumun tamamen tersi gelişmeler olduğu görülmüştür .Irak savaşında beş trilyon dolar masrafa giren ABD , içine sürüklendiği ekonomik krizi kendi denetimi altındaki uluslar arası ekonomik kuruluşlar aracılığı ile Avrupa kıtasına doğru yönlendirince , Avrupa kıtasının Akdeniz’e kıyısı olan bütün güney ülkeleri ekonomik olarak çökmüş ama hiçbir büyük Avrupa ülkesi bu ekonomisi çöken güney ülkelerine yardım etmemiştir . Yunanistan, Portekiz,İrlanda ,İspanya ve İtalya ekonomik olarak iflas ederken ,büyük ve zengin Avrupa devletleri bu harcanan ülkelere sahip çıkmamışlardır . Bir anlamda altta kalanın canı çıksın anlayışı ile hareket eden zengin kesimler ve büyük devletler ,yoksul halklar ile çöken devletlere gereken yardımları yapmayarak çöküşe ortak olmuşlardır . Zenginden alınan vergilerin yoksullara yardım olarak gitmesini sağlayan ulus devletlerin sosyal devlet uygulamalarını ortadan kaldıran küresel sermaye ve işbirlikçisi zengin sınıflar , bütün dinlerin ortak bir çizgide savunduğu yoksullara ve zayıflara sahip çıkarak destek olma işinden her geçen gün uzaklaşarak daha haksız ve adaletsiz yeni bir dünya düzensizliğinin ortaya çıkmasına yol açmışlardır . Ulus devletlerdeki milliyetçi partiler ve örgütler zenginlerin eline geçince , sosyal devlet gibi yoksulları koruyan ulus devlet uygulamaları da kendiliğinden devre dışı kalmıştır . Zengin yoksul ayırımının dışarıdan destekli politikalar ile giderek tırmanmasıyla birlikte , ulusal toplum yapılarında dağılma ve parçalanma eğilimleri öne çıkmış ve böylece küresel emperyalizmin istediği gibi ulusal toplum ve devlet yapılarının ortadan kaldırılması daha da kolaylaşmıştır .

İnsanlığın genel gidişi doğrultusunda daha fazla demokrasinin temel hak ve özgürlüklerin korunması doğrultusunda gündeme gelmesi beklenirken , siyasal gelişmeler daha fazla demokrasi yerine daha çok para ilkesini öne çıkararak , bütün toplumları ekonomik çıkar beklentisine mahkum etmiştir . Gereğinden fazla büyük bir İtalyan devletini maddi olanakları ile beslemek istemeyen Venedikli tüccarlar ve zenginler ,güney bölgesinden koparak daha küçük bir Kuzey İtalya devleti çatısı altında yaşamak istemektedirler . Po ovası çevresinde uzanacak bir Padanya devleti sayesinde daha zengin ve kaliteli bir yaşam düzenine kavuşacağını hayal eden Venedik kentinin temsilcilerinin ,artık Napoli bölgesi ile aynı çatı altında olmak istemediği kesin olarak ortaya çıkmaktadır . Belçika devletinin çatısı altında Valonlar ile yüzyıllardır birlikte yaşayan Flamanların artık kendi bağımsız eyalet devletçiklerini kurmak istediği göze çarpmaktadır . Çalışkan Flamanlar zengin olurken ,tembel Valonlar Flamanların ödedikleri vergiler sayesinde yaşama olanaklarına sahip olabiliyordu . Zengin Venedik yoksul Napoli’nin masraflarını karşılamak istemediği bir aşamada, İtalya’daki ulus devlet yapılanması ortadan kalkmak durumuna getirilmiştir . Venedik bölgesine benzer bir biçimde İtalya’ya resmen bağlı bulunan Güney Tirol bölgesi de ,zaman zaman ayrılmak isteğini dile getirerek , dolaylı anlamda bir bölücülük girişimini daha öne çıkarmaktadır. Bavyera eyaleti , Katolik inancı doğrultusunda bütünüyle Protestan bir yapılanma olan Almanya Birliğinden ayrılma eğilimi gösterirken aynı zamanda zenginliğini diğer eyaletler ile paylaşmaktan kaçınmaktadır . Daha fazla demokrasi isteği gibi kutsal bir talep doğrultusunda ,bütün etnik ve dinsel gruplar sahip oldukları hak ve özgürlükleri en üst düzeyde kullanabilecek bir duruma geldiği zaman, siyasal açıdan daha ileri bir ülke konumuna gelecek iken , etnik çizgide alt kimlikçiliğin hortlatılarak zengin azınlıklara özel olarak çeşitli olanakların tanınması ,genel olarak eşitlik düzenini ortadan kaldırdığı gibi ,ülkelerin bölünmesine giden yolda hızlı bir ilerleme sağlayabilmektedir . Sahip oldukları para gücünü kullanarak siyaseti kontrol etme ve kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirme şanslarını elde etmiş bulunan süper zenginler , bir anlamda demokrasi ve insan hakları görünümü altında cumhuriyet yıkıcılığı yapmaktadırlar . Halk kitlelerinin ekonomik haklarının göz ardı edilmesi ile ayrılık yaratan kültürel hakların öncelikli bir kategori olarak öne çıkarılması ,toplumsal çatışmalar yaratarak ulus devletlerin dağılmasına giden yolu kendiliğinden açmaktadır . Kopenhag kriterlerine öncelik tanınırken , Maastricht kriterlerinin görmezden gelinmesi tam anlamıyla bir çifte standart olarak küresel sermayenin uzaktan kumandalı emperyal manüplasyon planlarını gözler önüne sermektedir .

Zengin sınıfların ekonomik düzeni ele geçirdikten sonra , sahip oldukları parasal güç ile siyaseti yönlendirmeye başlaması , dünya ülkelerinde önemli değişikliklere neden olmuştur. Mülkiyet merkezli ekonomiye olan tutkunluk , insanlığı tüketirken , kapitalizmin hızla gelişmesine yardımcı olmuştur . İnsanlık toplum yerine ekonomi üzerinden değerlendirilirken , para ve maddiyatçılık ana kriter olarak ele alınarak ,insanlığın kapitalin işgali altına girmesine yol açılmıştır . Bütün dünyayı beş yüz yıllık bir büyük zaman dilimi içinde sömüren batı kapitalizmi , para gücü üzerinden insanlık için tam bir teslimiyet düzenini zorla ve baskı ile dünya halklarına kabül ettirmeye çaba sarf etmektedir . Tüm dünya ülkelerinin yoksul kesimlerinin çalışan proleterlerinin birleşmesi hedefi , kapitalistlerin birleşerek oluşturduğu uluslar arası kölelik düzenine son verilmek istenmesini amaçlamaktadır . Zenginler paralarını ve büyük sermayelerini yoksul halk kitleleri ile bölüşmek istemedikleri için , halkın genel olarak çıkarlarını ele alacak ve bu doğrultuda bir kamu yönetimi gerçekleştirecek çizgide hiçbir adım atmamaktadırlar . Parayı ve iktidarı paylaşmayan zenginler , kendi çıkarlarının tehlikeye doğru sürüklendiğini gördükçe ,demokrasi dışı yollara da başvurabilmektedirler . Para babalarının çıkarları doğrultusunda , devlet ve kamu düzenlerini ayakta tutarak , devletlerin çöküşünün önlenmesi gerekirken , tamamen tersi bir çizgide ulus devletlerin parçalanması , zenginlerin bölücülüğü doğrultusunda gündeme getirilmektedir . Ekonomik sömürüye her türlü riske rağmen, kararlı bir biçimde devam eden süper zengin kesimler , ellerindeki ekonomik birikimi içinden çıktıkları ulusal yapı ya da halk kitleleriyle paylaşmayarak ,oluşturdukları uluslar arası dayanışma düzeni içinde toplumların bölünmesine giden yolda ,dışa dönük bir çizgide bencil ve çıkarcı tutum ve davranışlarını küreselleşme görünümü altında, kararlı bir biçimde sürdürdükleri görülebilmektedir .

Ekonomik güç ile her şeyi satın almaya kalkışan zenginler , medya ve basın organlarını kendi bültenlerine dönüştürdükleri gibi , siyasal partileri de finanse ederek kendi çıkarlarının temsilcisi konumuna düşürebilmektedirler . Kurdukları büyük şirketleri ile zenginleşme fırsatını yakalayan zengin kesimler , aynı şirketçi zihniyeti siyaset alanına taşıyarak şirket-parti modellerini de çeşitli ülkelerde gerçekleştirebilmektedirler .Para gücü ile kendi çıkarları için siyasal partiler kurdurabilen zengin kesimler ,siyasetin finansmanı üzerinden satın aldıkları kişilerin siyaset sahnesinde ön plana çıkmalarını sağlayabilmektedirler . Bu gibi taşeronları ya da kendi adamlarını parasal destekler ile siyaset sahnesinde öne çıkarabilen aşırı zengin kesimler , şirket yönetir gibi partileri de uzaktan kumandalı bir biçimde yönetebilmekte ve bu yüzden de , siyasal alanda büyük çarpıtmalara neden olabilmektedirler . Ekonomi ile siyasetin karıştığı bir ortamda , iş adamları kendileri açısından güvenilir buldukları bazı temsilcilerini siyaset alanına taşıyarak , bunlar üzerinden devleti kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirebilmektedirler . Milleti ve dini olmayan küresel sermaye sahipleri hep kendilerine çalışan bir siyasal sistem ile ekonomi üzerinden insanlığın tepesinde büyük bir baskı düzeni kurulabilmişlerdir . Kendi ülkelerinden çıkarak uluslar arası alanlara açılan şirketler büyürken , siyasal açıdan da güçlenebilmekte ve küresel siyasetin belirlenmesinde etkili bir konuma gelmektedirler . Kendi ülkelerinin bölünmesine giden yolda küresel emperyalizm merkezlerinden gelen destekler ile etkin olan zengin kesimler , dışarıya açıldıkları zaman daha küresel politikalara yönelebilmekte ve bu çizgide bazı plan ve programlara angaje olabilmektedirler . Sermayenin önündeki bütün sınırlar kaldırılırken ve serbest olarak sermayenin dünyanın her yerinde dolaşımının sağlanması doğrultusunda güvenceli bir sistem oluşturulurken , bütün ulusal sistemlerin , evrensel bir sermaye diktatörlüğüne teslim olmasının önü açılmaktadır . Kendi ülkesinde bölücülük yapan zenginler ve onların şirketleri uluslar arası alana çıktıkları zaman , dünyanın diğer ülkelerindeki zenginler ve onların şirketleri ile bir araya gelerek küresel bir ortaklığın ,insanlığın tepesinde bir baskı düzenine dönüşmesinin aracılığını yapabilmektedirler . Zenginlerin bölücülüğü bu durumda sadece kendi ülkeleri için geçerli olmakta ama dışa açılan şirketler bir evrensel diktatörlük dayanışmasının öncüsü olmaktadırlar . Liberal görünümlü yeni finans kapital faşizmi , geliştirmekte olduğu evrensel baskı düzenine kılıf olarak neoliberalizmi kullanmaktadır .Liberalizm adına ulus devletler yıkılmakta ama küresel sermayenin dünya faşizmine giden baskı düzeni tekelci şirketler aracılığı ile son hızla oluşturulmaktadır . Önümüzdeki dönemde ülkeler üzerinden tek tek faşist düzenler düşünülmemekte ama , piyasalar üzerinden evrensel bir faşist düzen süper zenginlerin küresel imparatorluğu doğrultusunda bütün dünya ülkelerinin üzerine gidilerek dayatılmaktadır .

Yirmi birinci yüzyılda dünya yolunda ilerlerken , insanlık batı kaynaklı ve insan hakları görünümlü bir yeni sömürü düzenine sürüklenme tehlikesi ile karşı karşıyadır . Süper zenginler kontrolu altında tuttukları finans kapital düzeni sayesinde , dışarıdan güdümlü ekonomik programlar aracılığı tüm insanlığı yeniden kapitalin işgali altına sürüklemektedirler . Çeyrek yüzyıllık bir dönemin geride bırakılmasından sonra ,küresel imparatorluk peşinde koşan süper kapitalizmin insanlığın pek de hayrına olmadığı ortaya çıkmaktadır . Batı ekonomileri ile piyasa ilişkileri üzerinden bağlantı içine girmiş olan ulus devletler de halk kitleleri giderek yoksullaşırken , dolar milyarderlerinin sayıları hızla artmaktadır . Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra beşte bir toplumu yaratmak üzere yola çıkan küreselleşme akımı kısa bir zaman dilimi içinde yeni bir emperyalizme dönüşünce ortaya yüzde bir toplumu gibi son derece dengesiz bir durum çıkmıştır . İnsanlığın beşte birinin zengin , beşte dördünün orta düzeyde olacağı bir küreselleşme akımı dile getirilmiş ama kısa bir süre sonra , bütün dünya ülkelerinde sayıları hızla artan dolar milyarderleri üzerinden yüzde bir aşırı zengin yüzde doksan dokuzu yoksulluk sınırında sürünen halk kitleleri düzeyinde haksız ve adaletsiz yeni bir sömürge düzeni ortaya çıkartılmıştır . Bir avuç süper zengin dünya ekonomisini kontrol altına alırken , süper zenginler bir an önce kendi evrensel imparatorluklarını oluşturabilmek üzere ulus devletleri baskı altına almakta ve yoksul kitlelerin küresel sermayenin denetimi altındaki medya ve basın organları ile de etnik ve dinsel kışkırtıcılık yaparak , dünya halkları iç çatışmalara ve hesaplaşmalara doğru sürüklenmektedir . Çeyrek asır boyunca bu doğrultuda oynanan oyunların sonuna gelinmiştir . Küresel sermayenin merkezi konumunda olan New York’ta başlatılan %I e karşı %99 tepki hareketi ,kısa bir zaman dilimi içinde bütün dünya ülkelerine yayılarak zenginlerin aşırılaşmasına karşı küresel tepkinin örgütlenmesinde başlangıç noktası olmuştur . Dünya halkları kapitalizmin kalesine karşı isyan ederken , geleceğin süper gücü olmaya çalışan Çin’e karşı da , Hong-Kong adasındaki yoksullar da benzeri bir tepki hareketini örgütleyerek %ı e karşı %99 un haklı direnişini gündeme getirmişlerdir . Asya ve Afrika ile Latin Amerika’nın bütün geri kalmış ülkelerinde yavaş yavaş uyanmaya başlayan yoksul halk kitleleri , küresel emperyalizmin dayattığı süper emperyalizmin faşizmine karşı tepki göstermeye başlamışlardır . Şirketler ile devletler arasında başlayan çekişme ,daha sonraki aşamada milletler ile ümmetler arasındaki ayrışmaya dönüşmüş ve günümüzde yeni bir siyasal gündemin ortaya çıkmasına neden olmuştur . Şirketler büyürken devletler küçülmüş yeni cemaatlar ortaya sürülürken milletler ortadan kaldırılarak ümmetler dönemine geri dönüş körüklenmiştir .

Dünya ticaret Örgütü üzerinden küresel egemenlik kurmak isteyen batı kapitalizmine karşı Çin ve Rusya’nın öncülüğünde bir karşı hareket örgütlenmiş , Brezilya ve Hindistan gibi dev ülkelerin katılımı ile küresel sermayenin batı kapitalizmi üzerinden bütün dünyaya yaymak istediği egemenlik düzenine karşı BRİC ülkeleri dayanışması yeni bir alternatif olarak öne çıkmıştır . Dolar milyarderleri aracılığı ile süper zenginlerin azınlık egemenliğini dayatan küresel sermaye, Dünya Ticaret Örgütünü kullanırken , var olan devletler de Birleşmiş Milletler çatısı altında bu gidişe karşı duvar oluşturmak üzere, dört büyük devletin öncülüğünde BRİC örgütlenmesi yeni bir alternatif arayış olarak ortaya çıkmıştır . Küreselleşme döneminde son derece haksız,adaletsiz ve eşitsiz bir duruma sürüklenen insanlığın kitlesel tepki gösterme noktasına geldiği aşamada , küresel sermayenin yeni terör örgütleri kurdurarak yaygın terör uygulamaları üzerinden insanlığı yeni bir cihan savaşına sürükleyerek , tüm insanlığın küresel sermayenin dünya imparatorluğuna karşı çıkmasını önlemeye çalıştığı görülmektedir . Uluslararası tekellerin ve silah şirketlerinin yönlendirmesi altında etkinlik gösteren terör örgütlerinin bütün dünya ülkelerinde etnik çatışmalar yarattığı ve giderek büyük bir din kavgasını körüklediği yeni aşamada , küresel bir kaosa sürüklenmemek için ,hala ayakta olan ve yıkılmayan ulus devletlerin bir şeyler yapmasına ihtiyaç vardır .Küresel sermayenin Dünya Ticaret Örgütünü ve Dünya Bankasını ve Uluslar arası Para Fonunu kullanarak evrensel diktatörlük kurması girişimlerine karşı çıkması gereken ulus devletlerin , yeniden yapılandırılacak Birleşmiş Milletler çatısı altında güçlü bir dayanışma içerisine girerek ,süper emperyalizme karşı bir uluslar arası dayanışma düzeni oluşturmaları evrensel barış açısından zorunlu görünmektedir . Birleşmiş Milletler çatısı altında yeni uluslar arası örgütlenmelere gidilmesi , tekelci şirketlerin önünün kesilmesi açısından zorunlu görünmektedir . Batı kapitalizminin yönetimi altındaki Dünya Bankasına karşı Birleşmiş Milletlere bağlı bir İnsanlık Bankası kurularak ,daha adil bir ekonomik düzene geçilebilir . Batı kapitalizminin bekçisi konumundaki Nato , Birleşmiş Milletlere bağlanarak bir Dünya Ordusuna dönüştürülebilir ve böylece batı blokunun dışındaki büyük güçlerin süper ordular kurarak üçüncü dünya savaşını tırmandırmaları önlenebilir . Dünya Ordusu ,Birleşmiş Milletler genel kuruluna katılan bütün devletlerin ortak kararı ile hareket edeceği için ,batılı kapitalistlerin sömürü düzenleri için savaş çıkartmalarına izin verilmeyecek ve bu örgütün sermayenin bekçisi olması önlenerek , dünya barışının kurulmasında evrensel bir güvenlik şemsiyesi olarak çalışması sağlanacaktır .

Her ülkede görülen alt kimlikçilik ve bu doğrultuda geliştirilen etnik ve dinsel kökenli sosyal çatışmalara , Atatürk Cumhuriyeti de sahne yapılmaya çalışılmaktadır . Dünyanın merkezi coğrafyasındaki merkez ülke olan Türkiye Cumhuriyetinin ,Vatikan merkezli Hrıstıyan Avrupa emperyalizmi ile İsrail merkezli Siyonist emperyalizm arasında tarihte olduğu gibi yeni bir çekişme alanına dönüştüğü görülmektedir .Avrupalı emperyalistler Avrupa kıtasından bölgeye müdahale ederlerken , İsrail’in arkasındaki küresel emperyalistler de Atlantik ötesinden, Amerikan devletinin gücünü ve ordusunu kullanarak müdahale etmeye çalıştığını artık herkes görmektedir . Selçuklu ve Osmanlı İmparatorluklarından gelen bin yıllık devlet geleneğinin bu topraklardaki temsilcisi olarak Türkiye Cumhuriyeti ,dünyanın yeniden yapılanması sırasında hem ulusal kurtuluş savaşından gelen kazanımlarını korumak hem de yeni bir dünya düzeni kurulurken , Türk devlet geleneğinin birikiminden yararlanarak kendi ulusal alternatifini ortaya koymak zorundadır . Aksi takdirde gayrimüslim çevrelerin temsil ettiği Büyük Orta Doğu, Büyük Avrupa ,Yeni Bizans ve de Büyük İsrail projelerinin ya taşeronu ya da uygulama alanı olmak gibi ,büyük bir değişim zorlaması ile Türk devleti karşı karşıya kalmaktadır . Selçuklu ve Osmanlı tarihinde sürekli olarak Türkler ve Müslüman halk kitleleri dünya ticaret yollarını güvence altına almak doğrultusunda savaştıkları için ,Türkler iki büyük imparatorluk kaybetmişlerdir .Bugün onların mirasçısı olan Türkiye Cumhuriyeti de benzeri bir akibete doğru sürüklenmeye çalışılmaktadır . Bizans döneminden kalma bir doğrultuda merkezi coğrafyadaki ticaret gayrimüslimlerde olduğu için , Türkiye’nin ve merkezi bölgenin süper zenginleri de , yeni Bizans ya da Büyük İsrail hedefleri doğrultusunda bu alanda küresel sermayenin kontrolu altında bir merkezi federasyon oluşturma çabası içerisindedirler . Son yıllarda Anadolu’dan kaynaklanan İslami tepki yüzünden sahil kesimlere sığınan lövanten kesimler , Türkiye Cumhuriyetinin eyaletlere bölünmesi doğrultusunda açıktan bölücülük yaparak , ülkenin değişik kökenden gelen halk kitlelerini etnik çatışmalara ya da iç savaş senaryolarına doğru zorlamaktadırlar . Dünyanın diğer ülkelerinde olduğu gibi , Türkiye’nin süper zenginleri de, küresel sermayenin yönlendirmesi doğrultusunda içinde yaşadıkları ulus devletin bölünmesinden yana bir tavır almaktadırlar.Var olan devlet düzenlerinin getirdiği yasal düzenlemelerden kurtulmak isteyen süper zenginler ve tekelci şirketler , kendi denetimleri altındaki medya organları ile sürekli bir biçimde alt kimlik kışkırtıcılığı yaparak ulus devletlerin bölünmesinde önemli rol oynamaktadırlar . Zenginlik gayrimüslimlerin elinde toplandıkça , zenginlerin Yeni Bizans ya da lövantenlerin yeni Levant arayışları ile Musevilerin Roma İmparatorluğuna karşı , Akdeniz de kurulacak bir Kudüs İmparatorluğunu , Büyük İsrail biçiminde ortaya çıkarma doğrultusunda bölücülük girişimleri daha da öne çıkmaktadır .

Küresel sermaye Amerikan devletini ve ordusunu kullanarak yeni bir sömürge imparatorluğu peşinde koşarken , geçmişten gelen dünya düzenini alt üst etmiştir . Sermayenin imparatorluğu için yoksul halk kitlelerinin birbirini boğazlamasına giden yollar, hem kışkırtılmış hem de çeşitli siyasal senaryolar halinde , farklı ülkelerde ve bölgelerde sahneye konulmuştur . Soğuk savaş dönemi sonrasında insanlığın gelmiş olduğu nokta, eskisine oranla daha dengesiz ve eşitliksizlikçi olduğu için ,sermayenin imparatorluğu yerine bütün halkların kardeşçe kaynaştığı barışçı bir yeni dünya düzenine olan gereksinme her geçen gün daha da artmaktadır . Gelinen yeni aşamada zengin düşmanlığı yapılmadan , süper zenginlerin küresel sermaye imparatorluğu doğrultusunda kendi ülkelerinde bölücülük yapmalarının önlenmesi gerekmektedir . Küresel sermaye kendi denetimindeki medya ile etnik,dinsel ve kültürel farklılıkları bölücülük çizgisinde kullanarak ulus devletleri bugüne kadar ortadan kaldıramamıştır .Çeyrek asırdır devam eden şirketler ile devletler arasındaki savaşı devletler kazanmıştır . Bu yüzden, küresel sermaye bir üçüncü dünya savaşı arayışını tırmandırmaktadır . Ulus devletler bulundukları bölgelerde, komşuları ile bölgesel güvenlik örgütlenmelerine giderek bölgesel barışı öncelikle sağlamak durumundadır. İkinci aşamada ise Birleşmiş Milletler çatısı altında dünya devletlerinin küresel dayanışması sağlanarak , kalıcı bir dünya barışı uluslar arası güvenceye kavuşturulmalıdır . Ham madde kaynakları ile dünya pazarlarını bütünüyle ele geçirmek isteyen küresel sermayenin yerli ortakları konumundaki süper zenginlerin bölücülüğü , ülkelerdeki milli sermaye kesimlerinin bir araya gelmesiyle önlenebilmelidir . Süper zenginler bölücülük yaparken , milli sermaye sahiplerinin ve bunlara bağlı kesimlerin de, yeni bir ulusalcılık rüzgarı estirerek var olan ulus devlet yapılanmalarını koruyacak girişimlere ihtiyaç her geçen gün artmaktadır . Ulus devletlerin çökertilmesiyle hedeflenen kaos ortamının önlenebilmesi ve her devletin kendi ülkesindeki kamu düzenlerinin korunması için, hem devletlerin milli programlar ile toparlanması hem de ulus devletlerin kendi bölgelerindeki komşularıyla ortak bir dayanışma ve güvenlik örgütlenmesine gitmesi gerekmektedir .Silah şirketlerinin terör örgütleri üzerinden üçüncü dünya savaşını gündeme getirmesi acilen önlenmelidir .Önümüzdeki dönemde zenginlerin bölücülüğünü ,ulus devletlerin örgütleyeceği yoksul halk kitlelerinin kardeşlik dayanışması sayesinde önlemek mümkün olacaktır .

Demokratik Değerler Hareketi Merkezi'nde konuşan Ufuk Söylemez: Milli cephe oluşturuyoruz & İstanbullu iş adamı Tapan, siyaset ve siyasetçi günden güne kirleniyor

Demokratik Değerler Hareketi Merkezi'nde konuşan Ufuk Söylemez: Milli cephe oluşturuyoruz & İstanbullu iş adamı Tapan, siyaset ve siyasetçi günden güne kirleniyor
Ufuk Söylemez: Milli cephe oluşturuyoruz

Demokratik Değerler Hareketi’nin toplantısında konuşan eski bakanlardan Ufuk Söylemez, “ Demokratik Değerler Hareketi ile Milli Merkez adını alan büyük Kuvay-i Milliye hareketinin güç birliği yapması konusundaki görüşmelerimiz iyi bir noktaya geldi” dedi.
“ Bizim amacımız Türkiye’de bir milli takımın ayağa kalkmasıdır “ diyen Söylemez, “Bu ülkenin sahipsiz olmadığını göstermek gerekiyor. O yüzden biz Milli Merkez’in bir partileşme sürecinde yapıcı rol oynayarak, kendi irademizle bir milli birlik anlayışıyla bir milli cephe oluşturabilmektir. Bu cephenin demokratik yansıması bir siyasi partiye dönüşmelidir” ifadesini kullandı.
Ufuk Söylemez şunları söyledi:
“ Bizim yola çıkış amacımız çok farklı. Hepimizin geçmişte siyasi aidiyetleri var. Ne parlamento içinde ne de dışındaki partilerin bu 12 yıllık süreçte bu vahim gidişata karşı, millete karşı, cumhuriyete karşı görevlerini yapmadıklarını görmenin hüznü içerisindeyiz. Biz bölünme anayasası meclise geldiğinde MHP ve CHP’nin buna şiddetle karşı çıkacağını ve böyle bir komisyonun dahi oluşturulamayacağını tahmin ediyorduk. Ama gelin görün ki CHP Genel Başkanı’nın Diyarbakır’daki konuşması cumhuriyeti kuran partiyi nerden nereye savurduğunu gösterdi bize. Cumhuriyeti kuran parti cumhuriyeti yıktıracak. Emperyalizmin klasik bir oyunu bu ama bu kadar da göz göre göre yapılması gerçekten düşündürücü. Biz bu nedenle sağ sol demeden milletin kurucu değerlerine gönülden bağlı, bölünme anayasasına karşı bir büyük ittifak oluşturduk. Buna Demokratik Kuvay-i Milliye Hareketi dedik. Bu gidişat karşısında cumhuriyetin kurucu değerlerine gönülden bağlı insanların Atatürk’te birleşmesi sloganıyla bir araya geldik. Atatürk’te birleşmek demek Atatürk’ün bağımsız ve milli devletinde birleşmek demek, onun dış politikalarında birleşmek demek.
BÖLÜNME ANAYASASINA KARŞI
Bölünme anayasasına karşı örgütlü tek güç olarak ayağa kalkan bizdik. Çünkü 230 il ve ilçede çok büyük toplantılar yaptık. Şunu gördük ki Türk milleti sağ sol demeden Atatürk’te birleşme fikrine çok sıcak bakıyor. Bizim sayımız da az değil fikrimiz de güçsüz değil bu ülke de sahipsiz değil. Türkiye’de insanları Türk-Kürt diye sağ sol diye Alevi-Sunni diye ayırmak isteyen emperyalizmin oyununa karşı ilk kez milli bir takım olduk. Bizim amacımız Türkiye’de bir milli takımın ayağa kalkmasıdır. Bu ülkenin sahipsiz olmadığını göstermek gerekiyor. O yüzden biz Milli Merkez’in bir partileşme sürecinde yapıcı rol oynayarak, kendi irademizle bir milli birlik anlayışıyla bir milli cephe oluşturabilmektir. Bu cephenin demokratik yansıması bir siyasi partiye dönüşmelidir. “
İstanbullu iş adamı Tapan, siyaset ve siyasetçi günden güne kirleniyor

Demokratik Değerler Hareketi’nin toplantısında konuşan İstanbul’un genç iş adamlarından Eran Tapan , vatandaş oyumuzu kime verelim kuşkusu içinde, bu nedenledir ki acilen merkezde dört tabana dayalı bir patinin kurulmasının şart olduğunu söyledi.
Siyasetin kirlendiğine de işaret eden Tapan şunları söyledi:
“ Burada olmaktan çok mutluyuz ve heyecan içerisindeyiz. Biz yaklaşık 6 seneden beri İstanbul’da ülkenin içerisinde bulunduğu, ülkenin yönetilme şekline, despotizme, biz karar verdik yaptık oldu bittisine ve ileride çocuklarımızın bu ülkede rahat yaşayabilmeleriyle ilgili ciddi endişeleri olan bir grup genç aramızda arama konferansı dediğimiz toplantılarda buluşup Türkiye’nin gittiği istikameti tartışıyorduk. Daha sonra gezi olaylarıyla birlikte bu oluşumlarımız hız kazandı. Yaklaşık 400-450 kişilik bir ekip düzenli olarak toplantılarımızı yaptık. İçinde akademisyenler, rektörlerimiz, işadamlarımız, eski bakanlarımız var.
Ana özelliğimiz hiçbirinin siyasetle ilgilenmemizdi. Bu ülkenin farklı görüşündeki insanların bir zaaf değil bu ülkenin bir gücü olduğuna inanıyoruz. Birlik beraberlik içerisinde neler yapılması gerekildiğini düşünüyoruz. İktidara gelindiğinde halk neler yapılacağını duymak istiyor, çiftçiler, gençler, işadamları ne yapılacağını duymak istiyor. Öyle kötü bir algı var ki vatandaş şu anda sokakta oyumuzu kime verelim noktasında alternatifsiz.

Muhalefet sadece eksikleri, yolsuzlukları anlatıyor ama kendileri iktidar olursa ne yapacaklarını anlatmıyorlar. Siyasetin çok kirlendiğini görüyoruz. Siyasete giren insanlar maalesef ceplerini doldurmak için giriyorlar. Gerçek vatanseverlerde mutlaka içlerinde vardır. Ama genel anlamda siyaset kirlenmiş durumda. Siyasete girenler de o koltukları bırakmak istemiyorlar. Çünkü siyasetin dışına çıktıklarında dışarıdaki hayatlarında aynı kazançları, aynı itibarları elde edemeyecekler. Dolayısıyla o koltukları bırakmak istemeyen insanlardan oluşan bir siyasi yapı görüyoruz. Biz siyasete girmeyerek kötü insanlar tarafından yönetilmeyi peşinen kabul etmiş olduk. Çoğumuzun işi gücü yerinde ama artık bu ülke için elimizi değil vücudumuzu taşın altına koymazsak bizim çocuklarımızı kötü günler bekliyor diyerek bu işe başladık. Bu harekette de elimizden ne gelirse yapmaya hazırız.”

Son Kale'nin Komutanı; Cumhuriyet Muhafızı, Atatürkçü, Milliyetçi Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN konuştu: "Milli bir programa ihtiyaç var."

Son Kale'nin Komutanı; Cumhuriyet Muhafızı, Atatürkçü, Milliyetçi Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN konuştu: "Milli bir programa ihtiyaç var."
Prof. Dr. Anıl Çeçen: Milli bir programa ihtiyaç var...
Demokratik Değerler Hareketi’nin toplantısında konuşan Prof. Dr. Anıl Çeçen “Hükümeti kuran parti de muhalefet partileri de maalesef baskı altındadır” dedi. Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN devamla: “ Devleti kuran Atatürk’ün partisini kullanmak, iktidar partisini ise merkez sağda kurumsallaştırmak, geleceğe dönük yapılandırmak ve bu noktada geçmişten gelen merkez sağın meclise girmesini önlemek istiyorlar” dedi ve konuşmasını şöyle sürdürdü:
ADIM ADIM İZLİYORUZ
“Demokratik Değerler Hareketi bir ihtiyacı karşılamak için ortaya çıktı. Bunu adım adım izliyoruz. Görüyoruz her gün bir parti kuruluyor. 101. Parti kuruldu; Elektronik Parti. Elektronik Parti’yi hafife almamak lazım. İtalya’da Twitter ve sosyal medyayı kullanarak 165 kişiyi bir parti meclisine soktu. Korsanlar Partisi Almanya’da %13 oranında oy aldılar. İspanya’da da %10 civarında oy aldılar. Sanırım Emrehan Halıcı bu işleri bilen birisi olarak Türkiye’de böyle bir denemeye kalkışacak. Çünkü görüyorsunuz Türkiye nüfusu 80 milyon. Basılan kitaplar 1000 tane zor basılıyor. Çünkü kimse kitap okumuyor. Gazete satışları düştü. Kimse gazete okumuyor. Ama internet ve televizyon ön planda. Gelecek seçimlerde kamuoyu televizyon ve internet üzerinden oluşturulacak ve partiler böyle bir rekabet içerisinde sonuç almaya çalışacaklar.
Elektronik Parti deneyiminin ne anlama geldiğini merak ediyorsanız İtalya’ya bakın. Ben kurulan yeni partiler içerisinde Elektronik Parti’yi özellikle sosyal medyayı, özellikle Gezi Olayları’ndan başlayan hareketi kullanma noktasında ikinci bir Gezi Olayı yaratarak bir tırmanmayı kamuoyuna sergilemek ve o noktada da ceplerde hareket ederek büyük bir çoğunluğa erişmek gibi planları olduğu kanaatindeyim. Demek ki önümüzdeki seçimlerde Avrupa ülkelerinde sonuç alan Elektronik Parti hareketi Türkiye’de de denenmek isteniyor ve dengeleri bu noktada zorlayacaklar. Değerli siyasetçilerimiz Türkiye’nin birikimini burada temsil ediyorlar. Geçmişin birikimini bugüne taşıyacağız ama geleceğin dünyasının oluşumunda da teknolojiyi izleyeceğiz. Sosyal medyada mutlaka internet medyasında bizim de olmamız lazım.
Böylesine bir rekabet içerisinde sonuç almamız gerekiyor.

Siyaset sahnesinde bir boşluk var. Mevcut iktidar partisi yıpranmıştır ve küresel politikaların baskısı altındadır. O nedenle Türkiye’nin inisiyatifini kamuoyuna yansıtamamaktadır. Devleti kuran parti ve milliyetçi parti maalesef baskı altındadır. Türkiye’nin ihtiyacı olan bir çıkışı sergileyememektedirler. Ben bu coğrafyada Amerika’nın önümüzdeki dönemde iki partili sistemi zorlayacağı kanaatindeyim. Sayın Kılıçdaroğlu’nun Diyarbakır’daki konuşması sanırım yine Alevi tabanı ve Kürt tabanı CHP üzerinden meclise taşıma planı var ki bunu Erdal İnönü zamanında SHP’ye yaptırtmışlardı. Aynı oyun gündeme geliyor. Böylece Güneydoğu halkı içerisinde bir bölücü partinin siyaset sahnesinde tırmanmasını önleme noktasında devleti kuran Atatürk’ün partisini kullanmak istiyorlar. İktidar partisini ise merkez sağda kurumsallaştırmak, geleceğe dönük yapılandırmak ve bu noktada geçmişten gelen merkez sağın meclise girmesini önlemek istiyorlar. Bu noktada da dine ağırlık veren bir merkez sağ politikayla Türkiye üzerinden İslam dünyasına yönelik plan ve projeleri zorluyorlar.

PAPA'NIN GELİŞİ VE CUMHUR BAŞKANINDAN MESAJLAR!..
Papa’nın gelişi, İslam dünyasıyla ilgili toplantıların yapılışı ve bu noktada Sayın Cumhurbaşkanı’nın İslam dünyasına mesaj vermesi ki biliyorsunuz Cumhurbaşkanı seçildiği gün Edirne’den Kars’a değil Bosna’dan Filistin’e selam verdi. Şimdi demek ki yeni bir dönem var. Bu yeni süreç içerisinde Türkiye ağırlıklı politika üretilecektir. Ama bölgesel süreç içerisinde de çok ciddi boyutlarda yeni bir durumda merkezler rekabet içerisindedir. Bir taraftan Türkiye İslam coğrafyasına dönük plan ve projelere zorlanırken, bir taraftan da Türk Dünyası’na yönelik plan ve projelere zorlanıyor. Öbür taraftan emperyal güçlerin merkezi alanda enerji hattını kontrol etmek istediklerini görüyoruz. Bütün bu gelişmeler bizi maalesef iniş çıkışlara sürüklemektedir. Türkiye bu noktada kuruluş felsefesinden hareket ederek toparlanmalı ve bölgesel planlara karşı kendi planıyla hareket etmelidir. Ancak bu şekilde Türkiye bu coğrafyada varlığını koruyabilir. Yoksa önümüzdeki dönemde bu rekabetin Türkiye’yi zorlayacağı kanaatindeyim.

BATI ÜÇGENİNDE SİYASET
Önümüzdeki seçimlerde artık siyaset eskisi gibi bir batı üçgeninde değil ki siyaset şimdiye kadar Türkiye’de Avrupa, Amerika, İsrail üçgeni arasında yürütüldü. İsrail’i vurguluyorum. İsrail vurgulanmazsa giderek din ağırlıklı kavgaya doğru Türkiye sürüklenmektedir. Bu çerçevede önümüzdeki dönemde bir üçgenle değil ama bir dörtgenle karşı karşıyayız. Artık kuzeyde Rusya doğuda Çin devrededir. O zaman Türkiye önümüzdeki dönemde bir batı üçgeninde değil ama bir dünya dörtgeninde politikaya sürüklenecektir. Artık doğunun ve kuzeyinde ağırlığı olacaktır. Onlarda Türkiye’deki politikada etkin olma noktasında bazı partileri, bazı siyasi oluşumları destekleyeceklerdir. Siyasetin kuralı budur. Şimdiye kadar emperyal müdahaleler batıdan geliyordu. Ama önümüzdeki dönemde kuzeyden doğudan ve güneyden de gelecektir. Bütün bu gelişmelere karşı bunları iyi değerlendiren, bir milli program şarttır. Türkiye’nin devleti güçlendirecek bir milli programa ihtiyaç vardır. Onu işte burada beraber düşüneceğiz. Mutlaka Türkiye’nin bölgesel bir plana ihtiyacı vardır. Emperyal plan ve projelere karşı B planımızı ortaya koyacağız ve dünyada gelecekte etkin mücadele alanı olan Avrasya’nın geleceğinde Türkiye’nin stratejisi yine kendi devlet ve siyasi birikimimiz doğrultusunda gündeme getirilecek ve bu çizgide bir siyasi iktidarın oluşturulmasıyla sonuç alınabilecektir. Demokratik Değerler Hareketi’nin bu doğrultuda bir ihtiyacı karşılayacağı ve Türkiye’nin ihtiyacı olan bir milli programı, milli siyaseti, milli merkez yapılanması içerisinde ortaya koyacağı inancıyla buradayım.”
[Ankara, 04 Aralık 2014, Ulusal Haber & Ulusal Ajans]

29 Mayıs 2018 Salı

Prof. Dr. Anıl Çeçen’in Çağrısı Ve Daveti "ÖNCE VATAN GAZETESİ" Oben ÖZAYDIN

Prof. Dr. Anıl Çeçen’in Çağrısı Ve Daveti 
Oben ÖZAYDIN 
oben@oncevatan.com.tr 
23 Ağustos 2015, 
Geçtiğimiz günlerde Prof. Dr. Anıl Çeçen’den önemli bir çağrı mektubu aldım. Kurucusu olduğu Cumhuriyetçi Birlik Platformu adına hazırlamış olduğu bu mektubu, önemine binaen aynen yayınlamayı uygun görüyorum. İlk etapta benim de dahil olduğum 53 aydın cumhuriyetçinin imzaladığı bu bildiri, ülkemizin içinde bulunduğu şartlar doğrultusunda yeni bir milli mücadele ruhunu ortaya koymaktadır. Bildiri metni aynen şöyle: 
“Bizler, CUMHURİYETÇİ BİRLİK PLATFORMU üyeleri olarak, önümüzdeki 29 Ekim 2015 tarihinde 92. Yıldönümünü kutlayacağımız Türkiye Cumhuriyeti’nin, kurucu önderimiz büyük Atatürk’ün cumhuriyetin genç kuşaklarına emanet ettiği çağdaş uygarlık çizgisinde, ilelebet var olabilmesi için, uluslararası konjonktürün Türk ulusunu içine sürüklemiş olduğu siyasal çıkmazdan Türk devletinin kurtulabilmesi amacıyla, yeniden vatansever bir çizgide milli mücadele görevine çağırıyoruz. 
Küresel emperyalizmin işbirlikçi ve mandacı bazı aydın kesimlerin aracılığı ile ikinci cumhuriyetçilik maskesi altında Türkiye’ye girmesi ve sermaye çevrelerinin dışa açılma bahanesi ile böylesine bir dönüşümü desteklemesi yüzünden, Türkiye Cumhuriyeti büyük bir siyasal çıkmazın içine girmiştir. ABD’nin yönlendirmesiyle küreselleşme, Avrupa ülkelerinin öncülüğünde Avrupa Birliği ve İsrail’in zorlamalarıyla Büyük İsrail projeleri, Atatürk’ün bizlere miras olarak bıraktığı cumhuriyet devletini fazlasıyla sarsmış ve zayıflatmıştır. 
Soğuk savaş yıllarında ABD-Avrupa Birliği ve İsrail üçgeninde bir batı emperyalizmi kıskacına sokulan Türk devleti, çeşitli küresel ve bölgesel projelerin batı dünyasından zorla dayatılması nedeniyle küçülerek tasfiye edilme aşamasına getirilmiştir. Türkiye dış merkezli emperyalist oyunlara alet olurken, hegemonya peşinde koşan batılı devletler ve şirketler ile yakınlık içine giren işbirlikçi ve mandacı kesimler, fazlasıyla zenginleşerek ülkenin yeni patronu konumunda oligarşik bir düzen yaratmışlardır. Eski NATO komutanlarının dile getirdiği gibi, önümüzdeki beş yılda merkezi coğrafyadaki on devletin yıkılacağı açıkça ifade edilirken, Türkiye’nin de Orta Doğulu komşuları ile birlikte toplu bir yok olma senaryosuna feda edileceği görülmektedir. 
Değişim kılığında öne sürülen yıkım projeleri ile her geçen gün Türkiye Cumhuriyeti batılı emperyalist güçlerin daha fazla etkin konuma geldiği bir yarı sömürge ülke durumuna getirilmiştir. Dünyanın merkezi gücü olan Osmanlı İmparatorluğu önce yarı sömürge konumuna getirilmiş ve daha sonra da teslim alınarak tasfiye edilmiştir. Bugün aynı oyun Osmanlı sonrasında bir ulusal kurtuluş savaşı verilerek kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyetine karşı oynanmak istenmektedir. Osmanlı İmparatorluğu yarı sömürge konumundan kurtulabilmek için son yüzyılında büyük modernleşme hamlelerine girişmiş ama dış müdahaleler yolu ile bunlar önlenerek, merkezi imparatorluğun çöküşü gerçekleştirilmiştir. Dün merkezi imparatorluğu çökerten batılı emperyalistler, bugün de Osmanlı topraklarında kurulmuş olan ulus devletleri iç karışıklıklar ve savaşlar yaratarak ortadan kaldırılmaya çalışmaktadırlar. Arap baharı girişimleri beraberinde yeni terör olayları ve iç savaşlar yaratarak, bu yönde merkez ülkelerin tasfiyesini hızlandırmıştır. 
Uluslararası gelişmeler doğrultusunda, reform isteyen ikinci cumhuriyetçiler, mandacı işbirlikçiler, alt kimlikçi federasyoncular, ılımlı İslamcılar ile emperyalizm ve Siyonizm ile her türlü işbirliğine açık olan oportünistlerin oluşturduğu hukuk dinlemeyenler koalisyonu üyeleri, ortaklaşa Atatürk’ün çağdaş cumhuriyetine saldırmaktadırlar. Emperyalizmin desteklediği kayıt dışı ekonomi sayesinde elde edilen sıcak paralar, mafya örgütleri sayesinde yer altı dünyasının ülkede daha da güçlenmesine yol açmıştır. Kaynağı belli olmayan sıcak para trafiği ile Türkiye iyice sömürgeleştirilmektedir. Bu kesimler ile işbirliği yapan siyasal çevreler de, hem bu tür ilişkilerden paylarını almakta, hem de çıkar ilişkisi içinde oldukları yer altı dünyasına karşı hiçbir önlem almayarak bir anlamda dolaylı destek vermektedirler. Küresel sermaye medya alanını bütünüyle denetimi altına alarak kamuoyunda aykırı seslerin çıkmasına izin vermemekte ve halk kitlelerinin eskisi gibi uyutulması misyonunu daha gelişmiş yöntemler ile devam ettirmektedir. 
Bir anlamda, dünya ülkelerinde demokrasilerin halk egemenliğinden sermaye egemenliğine doğru kaydırıldığı ve bu doğrultuda gündeme gelen sermaye egemenliği anlamındaki kapitokrasilerin, demokrasilerin yerini aldığı görülmektedir. Bu kadar çok yönlü olumsuz gelişme karşısında, nüfusu seksen milyonu geçen Türkiye Cumhuriyeti devletinin silkinerek toparlanması ve kendine gelmesi gerekmektedir. Küresel sermaye daha küçük devletler istediğinden bütün dünya, uluslararası terör örgütleri aracılığı ile bir kargaşa ortamına doğru sürüklenmektedir. Emperyalizmin desteğindeki terör örgütleri aracılığı ile bilinçli bir biçimde kaos ortamı yaratılmakta ve kaostan sonra yeni bir düzen arayışı öne çıkarılmaktadır. 
Kentlerde gökdelenlerin yapıldığı merkezi alanlardaki eski evler nasıl yıkılıyorsa, gökdelenler aracılığıyla geleceğin kent devletleri nasıl yaratılmaya çalışılıyorsa, benzeri bir biçimde bölgesel federasyonların oluşturulabilmesi için de, ulus devletler parçalanarak tasfiye edilmeye çalışılmaktadır. Yeni demokrasi plan ve projeleri doğrultusunda gerçekleştirilmeye çalışılan bu dağıtma operasyonunda emperyal güçler yerli ortakları ile devletlere karşı savaş açmışlardır. Bir anlamda demokrasi adına sivil toplumlar öne çıkarılırken, diğer yandan da toplumlar ile devletlerin geçmişten gelen bağları kopartılmaktadır. Daha önceleri toplumlar kendi devletlerini kurarken, şimdi sivil toplumculuk adına toplumlar kendi devletlerine karşı ayaklandırılmaktadır. Geleneksel demokrasiler yeni demokrasilere dönüştürülürken, milletler sivil toplumlara dönüştürülmekte ve bu yoldan devlet millet birlikteliği ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır. 
 Yunanistan devleti, küresel emperyalizm modeline uygun olarak kurulan Yeni Demokrasi partisinin uzun süreli iktidarları döneminde yarı sömürge konumuna düşerek iflas etmiştir. Türkiye’de de bir zamanlar iş adamları derneği başkanı Yeni Demokrasi adıyla bir parti kurmuş, boğazdaki zenginlerin temsilcisi olarak ekonomi üzerinden devleti yönetmeye kalkışmış ama Anadolu halkının sağduyusu nedeniyle yüzde bir oy bile alamamıştır. Para basma hakkı elinden alınan her devlet piyasaya mahkûm edilirken, ekonomik oyunlar ile tasfiye edilme aşamalarına getirilmektedir. Bölgesel para projesi yüzünden Avrupa Birliği, Büyük Almanya’ya dönüşmüş ve diğer Avrupa devletleri piyasa üzerinden yönetilir hale getirilerek gerçek anlamda bir devlet olma durumundan uzaklaştırılmışlardır. Yeni demokrasi adı altındaki emperyal projeler devletleri dağılma noktasına getirdiği gibi cumhuriyet rejimlerini de çökme tehlikesi ile karşı karşıya bırakmaktadır. 
Bugün Türkiye Cumhuriyeti böylesine bir emperyal projenin tehdidi altındadır. Büyük Atatürk’ün kurmuş olduğu çağdaş cumhuriyet rejimi ulusal, üniter ve merkezi bir konumda geleceğe dönük yaşamını sürdürürken, dıştan kumandalı emperyal manipülasyonlar yüzünden ilelebet payidar olamama tehdidi ile karşı karşıyadır. Bu nedenle, yeni demokrasi projelerinin çökerttiği Türkiye Cumhuriyeti’nin sonsuza kadar yaşayabilmesi için, cumhuriyet rejimine tam anlamıyla sahip çıkacak bir yeni cumhuriyetçilik akımına acilen gereksinme bulunmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin, kurucu önder Atatürk’ün Türk ulusuna hedef gösterdiği gibi ilelebet payidar olabilmesi için yeni bir cumhuriyetçilik gerekmektedir. Putin’in yıllardır Rusya’yı büyük bir devlet olarak yönetmesini sağlayan akım ve partinin adının “Rusya’nın Birliği “ olduğu dikkate alınırsa, Türkiye Cumhuriyeti’nin de yeniden doğarak güçlü bir biçimde yola devam edebilmesi için bir “Cumhuriyetçi Birlik “ hareketine ihtiyaç vardır. 
Cumhuriyetçi Birlik Platformu, bu gereksinmeyi karşılayabilme doğrultusunda yeni bir cumhuriyetçi hareket olarak, Türk ulusunu “Cumhuriyetçi Birlik” çatısı altında toplayarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin yirmi birinci yüzyılda hak ettiği yere gelebilmesi için Kuvayı Milliye’nin devamı olan yeniden milli bir mücadeleye çağırmaktadır.” 

28 Mayıs 2018 Pazartesi

Adnan Oktar'ın Kedicikleri Atatürk Konulu Konferansa Katıldı.Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Kamu Hukuku öğretim üyesi Prof Dr. Anıl Çeçen Konuştu.

Adnan Oktar'ın Kedicikleri Atatürk Konulu Konferansa Katıldı
Milli Değerleri Koruma Vakfı'nın düzenlediği "Atatürk ve Aydınlık Türkiye" isimli konferansa Adnan Oktar ve kedicikleri yoğun ilgi gösterdi. Konferansa sanat ve siyaset camiasından birçok isim katıldı. Adnan Oktar Cemaati'ne yakınlığıyla bilinen Milli Değerleri Koruma Vakfı ve Teknik ve Bilim Araştırma Vakfı'nın ortak düzenlediği 'ATATÜRK VE AYDINLIK TÜRKİYE' isimli konferans 8 Nisan Pazar günü Shangri-la BOSPHORUS OTEL'de yapıldı.
SANAT VE SİYASET CAMİASINDAN BİRÇOK İSİM KATILDI
Konferansa Vatan Partisi Genel Başkan Yardımcısı Yaşar Okuyan, Ehl-i Beyt Vakfı Başkanı Sayın Fermani Altun, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Kamu Hukuku öğretim üyesi Prof Dr. Anıl Çeçen, sanatçılar Nalan Altınörs, Mustafa Sağyaşar, Erhan Yazıcıoğlu katıldı. Konferansa bizzat katılan konuşmacıların dışında, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk kadın bakanı İmren Aykut, AKUT kurucusu - Yazar ve fotoğrafçı Nasuh Mahruki, Spor Spikeri, Radyo TV sunucusu Halit Kıvanç videolu mesaj gönderdi.
ATATÜRK KONFERANSINDA KAPALI KIYAFET GİYDİLER

Konferansta kediciklerin giydiği kıyafetler ise dikkat çekti. Cemaatin toplantısında genellikle dekolte giyen kedicikler, Atatürk konferansına kapalı kıyafetlerle katıldı.
İşte konferanstan yansıyan fotoğraflar:

Edremit Belediyesi tarafından düzenlenen "Edremit Kitap Fuarı" açıldı. Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN, Edremit Kitap Fuarının Önemli ve Seçkin Konukları Arasında Yer Aldı.

Edremit'te Kitap Fuarı

Edremit Belediyesi tarafından düzenlenen "Edremit Kitap Fuarı" açıldı.


Edremir Belediyesi tarafından düzenlenen "Edremit Kitap Fuarı" açıldı.
İlçeye bağlı Altınkum Mahallesi Meydanında 50'ye yakın yayın evinin katılımıyla açılan fuar "Ölmez Ağacın Gölgesinde Kitap" sloganıyla düzenleniyor.
Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Keman Sanatçısı Nevzat Kalender ve Piyano eğitmeni Sinem Petenkaya'nın piyano ve keman dinletisiyle başlayan kitap fuarının açılışına bazı yazar ve siyasetçiler katıldı.
Edremit Kitap Fuarı'nın organizasyonunu gerçekleştiren ve açılış konuşmasını yapan Gazeteci Yazar Necdet Saraç, "Devletler yıkılır, milletler kaybolur, insanlar ölür bir tek şey yaşar. Kitap yaşamaya devam eder. Kitap tıpkı ölmez ağaç gibidir. Belediyecilik sadece yol, su kanalizasyon olmaktan çoktan çıktı. Edremit Kitap Fuarı gibi projeler, hayat dokunan ve değiştiren kalıcı projelere dönüşmeli." diye konuştu.
AK Parti Balıkesir Milletvekili Kasım Bostan da Edremit'te kitap fuarı açılıyor olmasından büyük mutluluk duyduğunu söyledi.
Okuma, yazma ve aydınlanmanın özgür düşünme anlamına geldiğini belirten Bostan, "Okumak, birbirimizin hayat tarzına, düşünce biçimine saygılı olmak demektir. İşte okuyan bir toplumu biz yazarlarımız, şairlerimiz üzerinden inşa edeceğiz. Bu toplumun cehaletini ancak bizim yazarlarımız ortadan kaldırabilir. Ancak yazarlarımızla okurlarımızı buluşturmamız lazım. Kadınlarımızı, gençlerimizi buluşturmamız lazım. Okuyan bir toplumu el birliğiyle inşa etmemiz lazım. Birbirine yumruk sıkan değil birbirine el uzatan bir toplumu ancak okuyarak inşa edebiliriz. Ona vesile olacağını umduğum kitap fuarının Edremit'e hayırlı olmasını diliyorum." diye konuştu.
Konuşmaların ardından fuarın açılış kurdelesi kesilirken, katılımcılar yayın evlerinin stantlarını gezdi. İlk kez düzenlenen fuarda stantlar yoğun ilgi gördü.
13 Ağustos'a kadar sürecek fuar kapsamında Ahmet Yavuz, Ali Semih Çetin, Ali Türkşen, Ali Yıldırım, Prof. Anıl Çeçen, Aslı Erdoğan, Ataol Behramoğlu, Ayşe Sucu, Barbaros Şansal, Can Ataklı, Engin Ayça, Enver Aysever, Erdoğan Aydın, Ergün Poyraz, Ezgi Çataltepe, Feyza Hepçilingirler, Hanefi Avcı, İbrahim Kaboğlu, İnci Aral, Kemal Akkurt ve Prof. Dr. Kemal Kocabaş gibi yazarlar katılacak.

HÜRRİYET (18.01.2012-ANKARA) HÜRRİYET HABER // (HABER: Tahsin GÜNER)

PROF. DR. ANIL ÇEÇEN'E PROTESTO
(HÜRRİYET.ANKARA)
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde öğretim görevlisi Prof.Dr. Anıl Çeçen, öğrenci kolektifi üyesi öğrenciler tarafından protesto edildi. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinde "İnsan Hakları Dersi" öğretim görevlisi Prof.Dr. Anıl Çeçen, MHP'li Yusuf Halaçoğlu'nun daveti üzerine "Meclis İnsan Hakları İnceleme Komisyonu" bünyesindeki "Terör ve Şiddet Olayları Kapsamında Yaşam Hakkı İhalelerinin İncelenmesine Dair Alt Komisyon"unda yaptığı açıklamaları nedeniyle öğrenci kolektifleri tarafından protesto edildi. Protestolar karşısında şaşkına dönen Çeçen, koşarak kampüsten uzaklaştı. 
Prof. Dr. Anıl Çeçen, öğrenci kolektifi üyesi öğrenciler tarafından protesto edildi
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde öğretim görevlisi olarak görevli, ünlü bilim ve hukuk adamı Prof. Dr. Anıl Çeçen, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrenci kolektifi üyesi olduğu ileri sürülen öğrenciler tarafından protesto edildi. 
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinde "İnsan Hakları Dersi" öğretim görevlisi olan Prof. Dr. Anıl Çeçen, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP'li) TBMM Grup Başkan Vekili Yusuf Halaçoğlu'nun daveti üzerine "Meclis İnsan Hakları İnceleme Komisyonu" bünyesindeki "Terör ve Şiddet Olayları Kapsamında Yaşam Hakkı İhalelerinin İncelenmesine Dair Alt Komisyon"unda yaptığı açıklamaları nedeniyle öğrenci kolektifleri tarafından protesto edildi. Protestolar karşısında şaşkına dönen Çeçen, koşarak kampüsten uzaklaştı. Tahsin GÜNER / DHA