7 Haziran 2018 Perşembe

Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN KONUŞTU: "YENİ BİR PARTİ KURMAK ŞART OLDU" & Ulusal "SÖZ GAZETESİ" Dil'de, Fikir'de, İş'de Birlik

Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN KONUŞTU: "YENİ BİR PARTİ KURMAK ŞART OLDU"
Demokratik Değerler Hareketi’nin toplantısında konuşan Prof.Dr. Anıl Çeçen, “ Türkiye’de son yıllarda yapılan seçimlerden sürekli olarak aynı haritanın çıkması ülkenin bölünmüşlüğünü göstermektedir. O zaman yeniden bir açılıma ihtiyacımız var. Daha anayasamız yürürlüktedir. Uluslararası hukuka göre de Türkiye Cumhuriyeti Devleti diğer bütün devletler gibi varlığını korumaktadır ” dedi.
Ulusal "SÖZ GAZETESİ" 
Dil'de, Fikir'de, İş'de Birlik
“Cumhuriyetin 100. yılına doğru gidiyoruz. Türkiye’nin 100. yılını göremeyeceğini iddia eden iç ve dış çevreler var. Sürekli Türkiye’ye dışarıdan gelen planlar programlar empoze edilmektedir” diyen Profesör Çeçen konuşmasında şunları söyledi:
Bu coğrafyada yaşadığımız problemlere çözüm getirmek, bölgemizdeki çatışmalara çözüm getirmekama bu açılım adı altında saçılım yöneliminde birtakım gelişmelerle Türkiye’den taviz vermek, Türk Devleti’nin gücünü kırmak, bugünkü başbakanın söylediği gibi kamu düzenini sarsmak değil.
Bugün Doğu Anadolu’da çok ciddi bir kamu düzeni sorunu var.
Türkiye’nin büyük partileri Doğu Anadolu’ya giremez hale geldiler.
Kurtuluş Savaşı’ndan gelen ortak rızamız birlikte yaşama, beraber olma, siyasi konsensüs ortadan kalktığınıgörüyoruz.
Halbuki cumhuriyet tarihimize bakarsak birçok parti kurulmuştur.
O partiler kurulurken Edirne’den Ardahan’a Kars’tan Antalya’ya kadar Sinop’tan Hatay’a kadar Türkiye’nin bütün vilayetlerinden gelen temsilcilerle Misak-ı Milli sınırları içerisinde Türk Milleti’ni bir arada tutmaya çaba sarf eden partilerdi.
Ama bugün bakıyoruz maalesef son zamanlarda yapılan seçimlere bakıyoruz.
Bir tarafta Türkiye’den kopmakta olan bir bölge bir tarafta iktidar partisinin büyük bir ağırlığı öbür tarafta da giderek sahillere sıkışmış olan bir milliyetçi parti ya da cumhuriyeti kuran Atatürk’ün partisi. Bu görünüm devletin geleceğine zarar vermektedir.
Türkiye’de son yıllarda yapılan seçimlerden sürekli olarak aynı haritanın çıkmasıülkenin bölünmüşlüğünügöstermektedir.
O zaman yeniden bir açılıma ihtiyacımız var.
Daha anayasamız yürürlüktedir.
Uluslararası hukuka göre de Türkiye Cumhuriyeti Devleti diğer bütün devletler gibi varlığını korumaktadır.
Geçen hafta Türk askerinin Diyarbakır’da yürüyüş yapması da bunu göstermektedir.
Bir bölgenin kamu düzenini bozmakla, bir bölgeyi ülkenin bütününden ayırmakla bir yere varılamayacağını Türkiye yeniden göstermek durumundadır.
Bir imparatorluğun çöküşünden sonra böyle bir devlet kuruldu ve biz bu devletle 90 yıl beraber olduk. Cumhuriyetin 100. yılına doğru gidiyoruz. Türkiye’nin 100. yılını göremeyeceğini iddia eden iç ve dış çevreler var. Sürekli Türkiye’ye dışarıdan gelen planlar programlar empoze edilmektedir.
Avrupa Birliği’ne uyum sağlayalımdedik devletimizin yarı yarıya gücü kırıldı.
Batılı müttefiklerimizle beraber olalımdedik. Komşularımızla karşı karşıya geldik.
Batılı müttefiklerimizle bölgede anlaşalımdedik.
Savaş senaryolarıyla, emperyal senaryolarla karşı karşıya kaldık.
Ama Kurtuluş savaşı sonrası bu devleti kuranlar kikurucu önderimiz Mustafa Kemal AtatürkYurtta sulh, cihanda sulhderken komşularımızla bir araya gelmeyi öneriyordu.
Bugün batılı müttefiklerimiz tarafından komşularımızla savaşmaya zorlanıyoruz.
Türkiye tek yönlü bir ülke değildir.
Türkiye batının içerisinde yer almıştır ama merkezi bir bölgenin de tam ortasında bir ülkedir.Batılılardan kopmayacağız ama bu coğrafyaya yönelik onların emperyal planlarına alet olduğumuz noktada bölgede bir din savaşına, bölgede bir mezhep savaşına, komşularımıza yönelik bir savaşa da alet olmayacağız.
Bu doğrultuda da Türkiye’ye Irak ve Suriye’nin kuzeyinden taşınmak istenen problemlere karşı da Türkiye ulusal refleksini gündeme getirecek.
Türkiye’yi ve devleti toparlayacak yeniden Türkiye’nin Ankara’dan yönetilir hale gelmesini sağlayacak bir siyasi hareketi Ankara merkezli, Türkiye’nin bütün bölgelerini içine alan bir tarzın mutlaka öne çıkması gerekmektedir.
Önümüzdeki seçimlerle Türkiye demokrasiye devam edecekse mutlaka yeni bir partinin meclise girmesi gerekmektedir.
İşte bu oluşum diğer oluşumların ötesinde bunu görerek hareket ettiği kanaatindeyim.
Önümüzdeki dönemde askeri bir müdahale olmaması için, ara rejimlere sürüklenmemek için, mutlaka demokrasinin devam etmesi için meclise yeni bir partinin girmesi ve bugünkü tek parti hakimiyetinin de yavaş yavaş artık geride kalması gerekmektedir.
Son 12 yıldır tek parti hakimiyeti Türkiye’yi maalesef demokrasi yönünden sarsma aşamasına gelmiştir.
Seçimler yoluyla iktidar değişmelidir.
Bugünkü iktidar seçimlerle gelmiştir.
Seçimlerle gelen seçimlerle gitmesini bilecektir.
Ülkemizde bir anayasa ve yargı düzeni vardır.
Hukuk devleti çatısı altında yargı bağımsızlığı, yasama, yürütme ve yargı dengelerinin yeniden kurulması gerekmektedir.
Bu doğrultuda devletimizde idari bir reforma ihtiyaç vardır.
Bu doğrultuda ülkemizin taşra teşkilatının yeniden düzenlenmesi gerekmektedir.
Bu doğrultuda bölgemizdeki oluşumlarda Türkiye’nin mutlaka plan ve programlarının olması gerekmektedir.
Bu doğrultuda Türkiye’nin yeniden, devletinin güçlenerek bölgede barışın sağlanması noktasında bir araya gelerek birlikte yaşama iradesini tazelemesi gerekmektedir.
Ben Demokratik Değerler Hareketi’nin bu doğrultuda önemli girişimlerde bulunacağına inandığım için sizlerle beraberim.
Sonuç olarak şunu söylemek istiyorum:
Görülüyor ki bir siyasi partinin kuruluş aşamasındayız.
Hepimiz heyecanla doluyuz ve Türkiye için bir şeyler yapmak istiyoruz.
Bu konuda yalnız değiliz her gün yeni bir parti kuruluyor.
Ciddi bir parti enflasyonu ile karşı karşıyayız.
Ama gene de kendi inançlarımız doğrultusunda siyaset sahnesinde bir eksiklik olduğunu gördüğümüz için böyle bir parti oluşumunun içerisinde yer aldık.
Çünkü Türkiye’nin herhangi bir partiye değil, Türkiye’nin ihtiyacını karşılayacak bir partiye ihtiyacı var.
Şu aşamada nedir o ihtiyaç?
Türkiye’nin sorunlarına çözüm getirmektir.
Nedir o ihtiyaç?
Türk Devleti’nin zayıflamış olan gücünü yeniden toparlamasını sağlamaktır.
İşte biz bunu yapacağız.
Türkiye’nin-Türk insanının ihtiyacı olan tüm sorunlarının çözüm yolunun bulunacağı yer burasıdır, dolayısıyla sizlersiniz.
Bu azim ve irade ile bu yolculuğa çıkıyoruz.
Eminim ki başarıyı yakalayacaktır; çünkü bu azim ve iradeyi sizlerde görüyorum.
Gazete Vatan Emek

6 Haziran 2018 Çarşamba

TÜRK MECLİSİ "Haberler ve Yorumlar" Prof. Dr. Anıl Çeçen hoca dan zor sorular...

TÜRK MECLİSİ

Haberler ve Yorumlar
Prof. Dr. Anıl Çeçen hoca dan zor sorular...

Prof. Dr. Anıl Çeçen hoca dan zor sorular... 
ZOR SORULAR… 
01. Hangi Kürt kardeşimiz mimar, mühendis olmak istedi de, onlar teknik üniversiteye sokulmadı? 02. Hangi Kürt kardeşimiz ülkenin herhangi bir yerinde mağaza, dükkan, kebapçı açtı da ona izin verilmedi? 
03. Hangi Kürt kardeşimiz şarkı-türkü okuyup kaset çıkartıp film yaptı da onun önü kesildi? 
04. Hangi Kürt kardeşimiz Akdeniz`de, Ege`de 5 yıldızlı otel-motel yapmak istedi de ona teşvik verilmedi ? 
05. Hangi Kürt kardeşimiz banka kurmak istedi de ona izin verilmedi? 
06. Hangi Kürt kardeşimiz herhangi bir partiden milletvekili adayı oldu da ona seçilme imkanı tanınmadı? 
07. Hangi Kürt kardeşimiz turizm-seyahat acenteleri kurdu da ona ruhsat verilmedi? 
08. Hangi Kürt kardeşimiz askerliği tercih etti de Ordu`da yükselmesinin önü kesildi* 
09. Hangi Kürt kardeşimiz geçmişte senato başkanı oldu da ona itiraz eden oldu? 
10. Hangi Kürt kardeşimizin bu ülkeye cumhurbaşkanı olmasının önü kesik? 
11. Hangi Kürt kardeşimizin Türkiye 1. Ligi`nde futbol oynamasının önünde engel var? 
12. Hangi Kürt kardeşimize kredi verilmedi, hangisine doktor bakmadı, hangisine mektep kapısı kapatıldı? 
13. Hangi Kürt kardeşimize bu ülkenin İstanbul`unun, Ankara`sının, Antalya`sının, Mersin`inin, İzmir`inin kapıları kapalı? 
14. Hangi Kürt kardeşimize yurtdışına çıkmak istediğinde pasaport verilmiyor? 
15. En çok yeşil kart kimde ? Ama o Kürt kardeşlerin yaşadığı yerlerde, 25 yıldır gelene kurşun sıkıldı, gidene kurşun sıkıldı... 
KİM HASMANE OLDU? 
•Henüz 3 aylık asker olana da mermi yağdırıldı, terhisine 2 ay kalana da kurşun yağdırıldı... 
•Mayınlı tuzaklar ne kol bıraktı ne bacak! 
•Yüzlerce iş makinesine benzin dökülüp yakıldı, binalar kundaklandı, mektepler öğretmenleriyle b om balandı... 
•Fırsat geldiğinde tek asker de katledildi, 30 asker de kurşuna dizildi... 
•Yine de şehit ve gazi anneleri bağırlarına taş bastılar, kan davası gütmediler. 
•Türkiye`nin hiçbir köyünde kasabasında Kürt kardeşlerimize karşı hasım hane bir tutum ve davranış içine girmediler. 
•Bütün bunlar bir açılım değilse ne? Birileri bize bunun dışındaki açılımın ne olduğunu arı, net, duru, temiz biçimde anlatsa da bilsek! 
•Bilelim... Çünkü Türk vatandaşı zaten bağrını, gönlünü açmamış mı bu ülkede yaşayan herkese? DAHA BAŞKA AÇILIM NE OLA Kİ? TÜRKİYE CUMHURİYETİ TASFİYE EDİLİYOR 
Türkiye, son yıllarda sürekli olarak dıştan dayatılan reformlarla uğraşmak zorunda bırakılıyor. Birilerinin çok acelesi olduğu için, bir an önce istedikleri aşamaya gelebilmek için dışarıdan içeriye doğru sürekli olarak bir inisiyatif yönlendirmesi yapmaktadırlar. Böylesi dışmerkezli bir emperyalist oyuna bütünüyle Türk toplumu alet edilmek istenirken Türk ekon om isinin köşe başlarını tutan kadrolarla medyada etkili olan işbirlikçi mandacı gruplar, ülkemizi böylesi bir maceraya doğru el birliği ile sürüklemektedirler. Yüzyıllar önceden hazırlanmış bir plan ve bu doğrultudaki proje uğruna büyük bir ulusal kurtuluş savaşı vererek kurmuş olduğumuz Türkiye Cumhuriyeti tasfiye edilmektedir. Bu gerçek artık saklanamayacak kadar açık ve net bir biçimde Türk kamuoyunda kesinlik kazanmıştır. Hiç kimse cumhuriyet yıkıcılığı ya da Türkiye düşmanlığı yaptığını kabul etmiyor. Her şey "değişim" kavramı içerisinde ve Türk devleti dıştan zorlanan bir plan dâhilinde çözülmeye mahkûm ediliyor. Değişim sözcüğünün sihirli görünümünün arkasına sığınan ikinci cumhuriyetçiler, maddeci işbirlikçiler, alt kimlikçi federasyoncular, ılımlı İslamcı görünümlü şeriatçılar, emperyalizm ve Siyonizm ile her türlü işbirliğine açık olan oportünistler koalisyonu elbirliği ile Atatürk`ün cumhuriyetine saldırmaktalar ve kültürel alt kimlikçilik dış desteklerle hortlatıldığı gibi kayıt dışı ekon om inin sağladığı olanaklarla yer altı ilişkileri doğrultusunda birçok mafya ve benzeri hukuk dışı çıkar örgütlenmelerinin de gündeme geldiği görülmektedir. Kurtlar Vadisi gibi televizyon dizileri ile böylesine hukuk dışı bir yapılanma iç ve dış menfaat çevreleri tarafından hem özendirilmekte hem de desteklenmektedir. Böylesine olumsuz bir süreç içinde ülkenin birliği ve bütünlüğü tehlike altına sürüklenmekte, yetmiş beş milyonluk bir milletin gelecek güvencesini sağlamakla görevli Türk devleti her gün biraz daha gerileyerek devre dışı kalmaktadır. Bu aşamada Türkiye`yi yöneten bir zihniyet, yeni dönemin plan çalışmalarında devletin küçültülmesini ana hedef olarak ilan etmektedir. Bu tür bir hedef belirleme, şimdiye kadar yarısı tasfiye edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti devletinin geri kalan diğer yarısının da tasfiye edilmek istendiğinin en açık göstergesidir. Sürekli olarak dış baskılarla iyice küçülmüş olan Türkiye Cumhuriyeti devletinin geleceği ile ilgili planlama çalışmalarına devletin küçültülmesi ana hedef olarak belirlenirse, bu gelecekte Türkiye Cumhuriyeti` nin ulusal ve üniter yapısının ortadan kaldırılmak istendiğinin en açık göstergesi olarak anlaşılmasıdır. Çünkü OECD istatistiklerine göre; Avrupa ve Amerika gibi kıtalardaki batı ülkelerine oranla en küçük devlet Türkiye Cumhuriyeti` dir. Batı ülkelerinde devletin ekonomideki ağırlığı ortalama olarak yüzde 40 ya da 50 oranında olmasına rağmen, Türkiye`deki devletin ekonomideki büyüklüğü son yıllarda yüzde 20`lerden yüzde 10`lara doğru küçülmüştür. Kendi devletlerini güçlü ve büyük tutan batılı emperyal ülkeler sıra Türkiye`ye gelince, Osmanlı İmparatorluğu`nun bugünkü mirasçısı Türkiye`yi daha da küçültmenin yollarını aramaktadırlar. Avrupa Birliği sürecinde yani bir Yugoslavya modeli yaratarak Türkiye`nin ülkesini bir Sevr haritasına dönüştürmek isteyenler, bu doğrultuda devletin küçültülmesi için sürekli olarak baskı yapmaktadırlar. Avrupa Birliği`ne paralel olarak IMF ve Dünya Bankası gibi uluslar arası kuruluşlar da Türk devletinin küçültülmesi için devletin yetkili organlarını baskı altında tutmaktadırlar. Kabuk devlet suçlamaları ile medyadaki papağanlarını Türk devletinin üzerine süren emperyal merkezler kendi devletlerini daha da büyütmenin arayışı içindedirler. Bu doğrultuda dünyanın her bölgesini sömürge durumuna düşürürlerken, Türkiye`yi de iyice küçülterek çeşitli eyaletlere bölebilmenin çabası içindedirler. Büyük Avrupa, Büyük Ortadoğu, Büyük İsrail gibi dünyanın merkezini içine alacak bölgesel federasyon planlarına Türkiye`nin ülkesini merkez yapmak isterlerken, bu ülkenin üzerinde kurulu bulunan Türk devletinin ortadan kaldırılmasına giden yolu açmak istemektedirler. Demokrasi, küreselleşme, değişim gibi sihirli sözcüklerle Türk Devleti yavaş yavaş ortadan kaldırılmakta, gelecekte bir dış destekli federasyona giden yol açılmaya çalışılmaktadır. Batılı merkezlerin hepsi bu doğrultuda çalışırken, Yugoslavya`dan sonra dünyanın merkezinde kurulmuş olan Türk devleti de tasfiye edilmek istenmektedir. Son yıllarda reform adı altında gündeme getirilen bütün yasal düzenlemelerinin devletin merkezi gücünü ortadan kaldırdığı, parçalı bir yapıyı ortaya çıkarabilmek üzere merkezin yetkilerinin sürekli olarak yerel yönetimlere devredildiği artık iyice görülmektedir. Tablo kesin hatları ile belli olduğuna göre, Türk devletinin geleceğine bir büyük ulusal kurtuluş savaşı vermiş olan Türk milleti karar verecektir. Türk milleti ulusal ve üniter cumhuriyet devleti tasfiye edilirken, bu gidişe bir dur diyecek, ulusal egemenliğine sahip çıkarak yeni yüzyılda da bağımsız Türkiye Cumhuriyeti` nin çatısı altında yaşamını sürdürecektir. Artık devleti ve cumhuriyeti ortadan kaldırmakta olan bu reform görünümlü deforme sürecine Türk Milleti acilen "dur" demelidir. Not: Bu yazı bir kamu hukuku profesörünün Türk kamuoyuna uyarısıdır. 
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

Ankara Hukuk Fakültesi Kamu Hukuku öğretim üyesi Prof. Dr. Anıl Çeçen, çağrılı olarak gittiği TBMM “Yaşam Hakkı İhlalleri Komisyonu’nda Güneydoğu’daki insan hakları ihlalleri ile ilgili bir konuşma yapmış.


Prof. Dr. Anıl Çeçen’e saldırı
Orhan SELEN 17 Ocak 2012 Salı
Ankara Hukuk Fakültesi Kamu Hukuku öğretim üyesi Prof. Dr. Anıl Çeçen, çağrılı olarak gittiği TBMM “Yaşam Hakkı İhlalleri Komisyonu’nda Güneydoğu’daki insan hakları ihlalleri ile ilgili bir konuşma yapmış.
“Okuduklarını anlama özürlüler” de bu konuşmayı almışlar ve içeriği ile ilgisi bulunmayan bir çirkinliğe taşımışlar.
Radikal gazetesinin manşetini okuyunca, okuduğunu anlamayan ben miyim diye Çeçen’in konuşmasını yeniden okudum.
Yıllar önce ulaştığım sonuca tosladım.
Ülkemizde basın sizlere ömür.
Konunun detayına girmeden önce Radikal ve benzeri yayın yapanları, “bu adam nasıl profesör olmuş” diyecek kadar işi şarlatanlığa götürenleri çok acı bir sürpriz bekliyor.
Anıl Çeçen tazminat davası açarsa, hiç biri yazdıklarının arkasında duramazlar.
Haberi ve konuşmayı saptırmak gazeteciyi her zaman sıkıntıya sokmuştur.
Darbecilerin ve siyasi iktidarların düşünceleri açıklama özgürlüğünü kısıtladığı sık sık gündeme getirilir.
Monarşistler, Faşistler ve Komünistler düşüncelerin özgürce açıklanmasını istemezler.
Ülkemizde gazetecilerin ve yazarların bazıları da düşüncelerin açıklanmasını engelleme görevini gönüllü üstlenmişler.
Anıl Çeçen’in konuşmasını da değerlendirirken aynı yol seçilmiştir.
Konuşmaya esas alınacak cümlenin anlaşılması da yanlış değerlendirme sonucu arada kaynamıştır.
Anıl Çeçen diyor ki:.
“Güneydoğuda yaşanan teröre artık normal koşullarda insan hakları açısından bakamayız. Savaş hukuku açısından bakmak durumundayız”
Bu cümlenin neresinde savaş savunuluyor?
28 yıldır 30 binden fazla insanın öldürüldüğü ve bugün de bu ölümlerin önlenemediği bir yerde insan haklarından söz edilebilir mi?
Anıl Çeçen yıllardır tartışılan ve akademik tezlere konu olan başka bir konumu gündeme getiriyor.
“İnsan haklarının uygulanmadığı durumlarda “insancıl hukuk” devreye girmeli” diyor.
Güneydoğuda çatışma olanca hızıyla sürmektedir.
Kürtler askerleri, polisleri, korucuları, ara sıra da sivil halktan insanları öldürüyor.
Güvenlik güçleri de silahlı militanları öldürüyor.
1984 Eruh saldırısından beri silahlı çatışma sürüyor.
Anıl Çeçen 40 yıldır savaş karşıtıdır.
Nedir ki savaşa en çok tepkili olanlar bile “meşru savaşa” karşı çıkamazlar.
Nedir meşru savaş?
Bir halkın, milletin ya da toplumun ırzını, namusunu, şerefini, gururunu, bağımsızlığını, özgürlüğünü korumak için girdiği mücadeleye “meşru savaş” ya da “savunma savaşı denir.
Yunan ordusu İzmir’e çıktıktan sonra Anadolu içlerine doğru ilerlerken, işgal güçlerini tuz ve ekmekle karşılayanlar da savaşa karşıydılar
ama şerefli değillerdi.
Sabahlara kadar çalışarak Yunan bayrağı dikenler, sabah olunca bu bayraklarını pencerelerine asanlar da savaşa karşıydılar ama birinci sınıf şerefsizdiler.
Ankara’nın Kuvvay-ı Milliye’yi örgütlemek için gönderdiği yüzbaşı Kemal’i ellerini bağlayıp Yunan karargahına teslim edenler de savaşa karşıydılar ama hem şerefsiz, hem namussuz, hem ahlaksız, hem de haindiler. 
Anıl Çeçen’e saldıranlar içinde de “meşru savaşa” karşı olanlar var mıdır?
Kadrolu hainlerle gönüllü hainlerin ortak noktası “ihanettir”
Anıl Çeçen bir saptama yapmış.
Bir bilim adamı, bir hukukçu olarak düşüncelerini açıklamış.
Günümüzde kendilerine yer kapmış Kenan Evren çocukları da Anıl Çeçen’e saldırıyor.
İyi de oluyor. Herkes yerini alıyor, saflar belli olu-yor.

2 Haziran 2018 Cumartesi

20 MİLYON KÜRT MÜ, 120 MİLYON TÜRK MÜ? "Prof. Dr. Anı. ÇEÇEN" - (Yankı Dergisi, Kasım 2005)

20 MİLYON KÜRT MÜ, 
120 MİLYON TÜRK MÜ?

Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN 

(Yankı Dergisi, Kasım 2005)

Türkiye’de son yıllarda bir Kürt gerçeği tartışması sürekli olarak gündemde tutu­luyor ve giderek de tırmandırılıyor. Sanki başka bir gerçeklik yokmuş gibi ülkemizin gündemi sürekli olarak bu gerçeklik tartış­masına kilitleniyor ve bunu bir sorun ola­rak Türkiye'nin karşısına çıkartanlar belirli bir doğrultuda çözüm talebi ile öne geçe­rek Türkiye'yi bir yerlere doğru çekmek istiyorlar. Aslında bu bölgede kendi çıkar­larına uygun yeni bir siyasal ve ekonomik düzen kurmak isteyenler normal koşullar­da Türkiye'yi tehdit eden bir yaklaşımı ya da projeyi açıkça dile getiremedikleri için kendi çıkarları doğrultusunda Türkiye'nin var olan siyasal yapısını bozacak bir doğ­rultuda yapay bir Kürt sorunu yaratıyorlar ve daha sonra da bunun bir gerçeklikmiş gibi kabul edilmesi için Türk kamuoyuna sunuyorlar. Nereden bakılırsa bakılsın tam bir emperyalist saldırı senaryosunun gündemde olduğu anlaşılmaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti bir Ulusal Kurtuluş Savaşı sonrasında kurulmuş ulusal bir devlettir. Yüzyıllarca Selçuklu ve Osmanlı imparatorlukları çatısı altında yaşamış olan çeşitli etnik, dinsel ve kültürel toplu­luklar bin yılı aşkın bir süredir beraberce yaşamanın getirdiği komşuluk ve daya­nışma ilişkileri çerçevesinde beraberce yaşarlarken, batılı emperyalist güçlerin bu bölgeye saldırmaları sonrasında her iki imparatorluk da sona ermiş ve tarihe geçen bölgesel egemenlik düzeni geride kalmıştır. Yirminci yüzyılın başlarında, imparatorluk sonrasında ortaya çıkan otorite boşluğu alanı Kuvayı Milliye ha­reketinin zafere ulaşması sayesinde bir ulus devletin kurulması ile doldurulmak istenmiştir. Osmanlı’nın Orta Doğu top­raklarının İngiliz ve Fransız askerleri tarafından işgal edilmiş ve benzeri bir girişim imparatorluğun merkez toprağı olan Anadolu'ya yönelince, Ulusal Kurtuluş Savaşı buna izin vermemiştir.

Anadolu'da yaşayan bütün etnik unsurlar ve dağılma sonrasında komşu bölgelerden gelen Türk ve Müslüman halkların Atatürk'ün ulusal önderliğinde birleşmesi üzerine, Kuvayı Milliye ha­reketi tam bir Ulusal Kurtuluş Savaşına dönüşmüş ve kısa zamanda bağımsız devlet kurulabilmiştir. Kurtuluş savaşı sırasında Türkmenler, Kürtler, Lazlar, Çerkezler, Boşnaklar, Pomaklar, Tatarlar ve benzeri çeşitli etnik grup ve kökenden gelen insanlar Türk kimliğine yönelen bir devlet kurmak üzere yola çıkmışlar ve Türk kimliğini bir üst kimlik olarak kabül ederek yeni oluşan ulus devletin eşit koşullarda vatandaşları olmuşlardır. Hiç kimse savaş sırasında ve sonrasın­da "Sen Türk müsün ,Kürt müsün ya da Çerkez misin" diye birbirine sormamış ve zaman içinde kaynaşarak çağdaş bir ulu­sun ortaya çıkması sağlanmıştır. Aradan geçen seksen beş yıldan sonra bu bera­berlik bozulmak istenmekte, imparatorluk sonrasında kurulmuş olan ulus devletin yıkılması sağlanarak, Kürtlere ayrı bir devlet kurdurularak bölgesel bir fede­rasyon planı emperyalizmin güdümünde gerçekleştirilmek istenmektedir. Böylesine bir emperyalist projenin gerçekleştirilebil­mesi için Kürt kartı kullanılmak isten­mektedir. Sahte gerekçeler ve yalanlara dayanılarak işgal edilen Irak'ta dış des­tekle oluşturulmuş bir kukla devlet Büyük Kürdistan'ın çekirdeği haline getirilerek resmen bir bağımsız Kürt devletinin ilan edilebilmesi için her yol denenmektedir.

Bölgede çok uluslu ve çok parçalı bir federasyon kurmak isteyen emperyalizm ve Siyonizm, Kürt kartı ile bölgenin dört devletinin parçalayabilmenin çabası için­dedir. Savaş sırasında oluşturulan istikrazsızlıktan yararlanılarak Kuzey Irak'ta ilk adım atılarak bu bölgeden desteklenen terör olayları ile İran, Suriye ve Türkiye de bölünmek istenmekte ve dört ülkenin arasına bir Büyük Kürdistan devletinin oturtulması hedeflenmektedir. Bu doğ­rultuda 'PKK terörü Kuzey Irak üzerinden diğer üç devletin istikrarını bozmakta ve yeni bir siyasal yapılanmaya giden yolu açmaktadır. Küçük Kürt devleti istenme­mekte, bir Büyük Kürdistan kurulmağa çalışılırken, yirmi milyonluk bir devlet yapısı oluşturulması hedeflenmektedir. Kürdistan'a yirmi milyonluk nüfus yaratıl­ması için Kürt aileleri para ile desteklene­rek fazla çocuk yapmaları sağlanmakta, bölgeye yayılmış olan Kürt aşiretleri bir araya getirilerek Büyük Kürdistan devleti İran ile Türkiye'nin arasına bir yabancı unsur olarak sokulmak istenmektedir. Selçuklu imparatorluğu sırasında tek bir devlet çatısı altında yaşamış olan Türkiye, İran, lrak, Suriye ve Azerbaycan'ın bir araya gelerek emperyalizme karşı bir dayanışma düzeni içinde karşı çıkmasını önlemek isteyenler, Büyük Kürdistan'ı bir Hıristiyan devlet olarak kurarak, bölgenin Türk ve Müslüman halklarının tek ve büyük bir devletin çatısı altında bir araya gelmelerini önlemeye çalışmaktadırlar. Hıristiyan Kürdistan, İsrail ile Ermenistan arasında bir köprü olarak bölgenin Müs­lüman halklarını bölecek ve nüfusunun büyük çoğunluğu Türk asıllı olan İran, Türkiye ve Azerbaycan'ın arasına kara kedi gibi girerek Osmanlı ya da Selçuk­lu dönemlerinde olduğu gibi bir Türk ve Müslüman kimlikli bölgesel yapılanmayı önleyecektir. Bunun için yirmi milyonluk Hıristiyan Kürdistan'ın yeterli olacağı düşünülmektedir .

Günümüzde Türkiye'nin nüfusu 75 milyondur ve bunun en az 60 milyonu Türk kimliğini kabül etmektedir. İran’ın nüfusu 80 milyona yaklaşmaktadır ve yirmiden fazla Türk kökenli topluluğun yaşadığı bu ülkede 50 milyonluk bir kitle, yani nüfusun yaklaşık üçte ikisi Türk kim­liğini temsil etmektedir. Kuzey'de Azer­baycan'da 10 milyonluk bir Türk nüfus yaşamaktadır. Ayrıca, Suriye ve Irak'ta da Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinden kalma 10 milyona yakın bir Türkmen nüfus hala yaşamaktadır. Irak'taki Şiile­rin büyük çoğunluğu Türkmen olmasına rağmen sanki hiç Türk yokmuş gibi suni bir hava yaratılmaktadır. Emperyalizmin bu bölgedeki ülkeleri bölmesi nedeniyle 120 milyon Türk günümüzde dünyanın jeopolitik merkezinde beş ayrı devletin sınırları içinde yaşamaktadır. Emperya­lizme karşı, bölgedeki 120 milyon Türk nüfusun öncülüğünde beş ülke bir araya gelirse, dünyanın merkezi coğrafyasına hiçbir güç giremez. Bunu engellemek için hem Türkleri ayrı devletlerde yaşamaya mahküm ediyorlar hem de bunların ara­sına yapay bir devlet olarak 20 milyonluk Büyük Kürdistan'ı oturtarak bölge devletlerinin birleşmesinin önüne geçmeğe çalışıyorlar. Gelecekte ya bu bölgenin 120 milyon Türk'ü bir araya gelerek bü­yük bir devlet çatısı altında birleşecekler ya da emperyalizm 20 milyonluk Büyük Kürdistan projesi ile bölgedeki birleşmeyi önleyerek dünyanın merkezine egemen olacaktır. Yazımızın başlığındaki soruyu yeniden soruyoruz: 20 milyon Kürt mü, yoksa 120 milyon Türk mü? Umarız Kürt kardeşlerimiz bu tablonun farkına varır­lar ve emperyalizm ile birlikte hareket etmekten vazgeçerler. Ulusal Kurtuluş Savaşı günlerinde olduğu gibi Kürtler gene Türkler ile beraber hareket eder­lerse bu bölgede emperyalizm ikinci kez geri püskürtülebilir. Kürt kardeşlerimiz bu kararlılığı gösterirse mesele kalmaz, gösteremezlerse 120 milyon Türk ortak hareket etmeğe başlayabilir.

1 Haziran 2018 Cuma

TAKVİM GAZETESİ, 28 Mayıs 2018 - Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN İle Röportaj "MESELE ERDOĞAN DEĞİL, TÜRKİYE"

Mesele Erdoğan değil Türkiye!..
Prof. Dr. Anıl Çeçen, arkadaşımız Ali Değermenci’nin sorularını yanıtladı.
Prof. Dr. Anıl Çeçen: Türkiye seçime giderken finans piyasalarına müdahale edilerek Türk Lirası'nın değer kaybetmesi planlanıyor. Amaç Erdoğan'ın iktidardan düşürülmesi. Ama asıl mesele Türkiye'nin diz çöktürülmesi.

TAKVİM GAZETESİ (RÖPORTAJ)
Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Anıl Çeçen, Türkiye üzerine oynana oyunlara dikkat çekti. Batı, Ortadoğu merkezli ciddi çatışma planları oluşturdu. Bir çok ülkenin bölünmesi yeni devletlerin ortaya çıkması öngörülüyor. Bölgede kilit taşı konumunda olan Türkiye'nin düşmesi halinde, batının planlarının önünde ciddi bir engel kalamayacak. Yazdığı kitaplar ve makaleleri ile emperyalizm konusunda ciddi bilgiler veren Prof. Çeçen ile emperyalizmin yeni hedeflerini konuştuk.
ABD seçimlere müdahale eder mi?
Emperyalistlerin sömürgecilik döneminden gelen bir müdahalecilik geleneği vardı. İngiltere, Avusturalya'da Maoriler'i ortadan kaldırmaya çalıştı, Fransızlar Cezair'de katliam yaptı, Amerika Endenozya'da bir gecede 100 civarında insanı, Irak'ta bir milyon kişiyi katletti. Libya'ya girdiler Kaddafi'yi katlettiler. Suçu, petrol paralarını Müslümanlar'a ve fakir Afrika ülkelerine vermesi, petrol şirketlerine vermemesidir. Saddam ise Ortadoğu'da emperyalizme karşı direniyordu O'nu da yok ettiler.
Bu gün neler oluyor?
Partisi dahi olmayan Macron'u, Rotschildler Cumhurbaşkanı yaptılar. Arkadan parti kurdurdular. Fransız milleti emperyalizmin kuklası oldu. Bunu yaparlarken Fransız sol ve ulusalcıları dağıttılar. Günümüz emperyalizmi devlet olmaktan çıkmıştır, küresel sermayenin yapılanmasıdır. Bugün en gelişmiş Fransa'da bile emperyalizme müdahale yapabiliyor.
Türkiye'ye müdahale nasıl oluyor?
Türkiye'ye müdahale Osmanlı'dan beri vardır. 1699 Karlofça Antlaşması'ndan sonra Batı emperyalizmi, bu coğrafyaya girmiştir. Osmanlı daha çok Balkan bölgesinden gelen kişileri seçip devşirip devleti yönetiyordu. Bugün yurt dışında yetişen kadrolar Türkiye'yi yönetiyor. Buralarda yetişmiş çok kaliteli insanlar olsa da kafa yapısı ve cep yapısından Batı'ya bağlı insanlar bugüne kadar yönetti ülkeyi.
Finansal olarak bunu nasıl yapıyorlar?
Banka oyunları ile krizler yada sorunlar çıkarıyorlar. Ekonominin piyasa üzerinden batının çıkarları doğrultusunda yönlendirilmesi için ayarlama yapılıyor. Bu operasyonlarda hem batının teknik adamları, hem de batı ile işbirliği içerisinde olan kafadan batıya bağlı olan Türkiye'deki devşirme kadrolar devreye sokulmuş durumda. Bütün bunların işbirliği ile ekonomide manüplasyon yapıyorlar. Bugün serbest piyasa diye bir şey kalmamıştır. Elektronik istihbarat ile her şey uzaktan kumanda ile yapılmaktadır.
Doların son günlerde yükselmesinin nedeni nedir?
Bu krizde özellikli batıdan gelen devşirme kadroların devreye girdiğini görüyoruz. Seçimlere giderken Türk kamuoyunu paniğe sevk ederek seçimleri tehlikeli bir noktaya sürüklemek istiyorlar. Özellikle seçim süreçlerinde batı mutlaka devreye girmektedir. Bir taraftan dolar yükselirken batılı medyada Türkiye batıyor diye propaganda batmaktadır. Ekonomi üzerinden bir siyasi kriz yaratılmak istenmektedir. Türkiye'yi devre dışı bırakmaya çalışmaktadırlar.
Amaçları nedir?
BATI İKTİDARI DEĞİŞTİRMEK İSTİYOR
Merkel BND'den yetişti, Putin KGB'den , Obama CIA'dan yetiştirilmiştir. Kendi içlerinde istihbarat örgütlerinden yetiştirdikleri devletin militanı konumuna getirdikleri adamları, emperyal ülkeler devletin başına geçiriyorlar. Türkiye de böyle bir süreçle karşı karşıya. İşte bundan dolayı bugünkü iktidar bir yapı değişikliğine gidiyor. Kendini yeniden yapılandırmaya başladı. Karşımızda bir Rus ve Alman emperyalizmi yeniden yükseliyor. Fransa'da çok büyük boşluk oldu küresel sermaye devreye girdi. Rotschildler Macron'u iktidara getirdi. Bugün Türkiye'de de bir durum yaratmak istiyorlar. Normal seçimlerle iktidara gelen bir partinin, istikrarı sağlayan bugünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın önü kesilmek isteniyor.
Batı Türkiye'de nasıl bir iktidar istiyor?
Batının sözünü dinleyecek birini getirmek istiyorlar. Türkiye'nin çıkarlarını bir kenara bırakacak batının çıkarları doğrultusunda merkezi coğrafyayı yönetecek birini istiyorlar. Türk ve İslam dünyasını Türkiye üzerinden yönetecek birini istiyorlar. Türkiye İslam ve Türk dünyasının birliğini savunan batının politikalarının dışında bir politika istemiyorlar. Türkiye bölgeye giriş kapısıdır. FETÖ - CIA işbirliği ile yönetimi devirmek istediler, fakat başarılı olamadılar.
Sorun Cumhurbaşkanı Erdoğan mı?
Bugün mesele Tayyip Erdoğan değil Türkiye meselesidir. Sorun Türkiye'dir. Türkiye'nin böyle bir devlet olarak ayakta kalmasını emperyal güçler istemiyorlar. İsrail ile Avrupalılar'ın anlaştığı tek nokta Türkiye'nin bugünkü yapısını istemiyor olmalarıdır. Bu doğrultuda alt kimlikleri hortlatıyorlar. Türkiye'yi Sevr Haritası doğrultusunda federasyona zorluyorlar. Türkiye'nin Ankara merkezli bir devlet olmasından çıkmasını istiyorlar. İstanbul üzerinden ekonomi ile Türkiye'yi yönlendirmek istiyorlar. Daha sonra da Kürdistan üzerinden Türkiye'yi parçalamak istiyorlar
Kıbrıs işgal ediliyor
Türkiye ile beraber Kıbrıs'ın işgali gündeme geliyor. Güney Kıbrıs'a Ortadoks olduğu için Rusya girdi. Rusya bugün bütün dünya ticaretini Güney Kıbrıs üzerinden yapmaktadır. Rus bankaları ve 50 bin Rus işadamı Güney tarafında. Kuzey Kıbrıs İsrail'in kontrolüne geçmiştir. Kuzey kısmında 20 üniversite var. Yarısı Avrupa diğer kısmı ABD'li. İsrail Kıbrıs'ı karşı kıyı olarak örgütlüyor. Doğu Akdeniz'deki doğalgazı Türkiye'yi bay-pass ederek Rumlar ile birlikte Girit'e oradan da Mora yarım adasına taşıyarak Avrupa'ya ulaştırmak istiyorlar.
​NATO ANKARA'YA
Batı, dünya hakimiyeti için NATO'yu bölgeye getirecektir. Türkiye'yi daha fazla karıştırıp arkadan da NATO'yu Ankara'ya getirmek istiyorlar. Haymana ile Kırıkkale arasındaki araziye yerleştirilecektir. NATO Türkiye'ye girerse, Ankara'dan Suriye, Irak ve İran savaşlarını yöneteceklerdir. Rusya'nın önünü kesmek için Hazar ve Kafkasya, Almanya'nın önünü kesmek için de Balkanlar'a NATO orduları girecektir.
Türkiye ne yapacak?
Küresel güçlerin hepsi, Türkiye'nin Türkiye olarak kalmasını istemiyor. Bu tehlike karşısında Türkiye, hem bölgesel bir yapılanmaya girebilir hem de BM üzerinden Rusya, Çin, Hindistan ve İran gibi Doğu ülkeleri ile veya batının dışladığı Brezilya gibi ülkelerle yakınlık kurarak dünya dengelerinde çoklu bir denge oluşturabilir. Türkiye böyle bir süreçten kendini ve bölgeyi ancak bu şekilde kurtarabilir. Nasıl Avrupa Birliği iki büyük dünya savaşından sonra kurulmuşsa, eski Osmanlı ülkeleri bir araya gelerek bir Bölge Birliği'ne yönelebilirler. Atatürk bunu İkinci Dünya Savaşı öncesi Sadabat Paktı ile ortaya koymuştu. Atatürk'ün yaptığı gibi dış politikayı yeniden ayarlamamız gerekir. Bölge ülkeleri ile bir dayanışma planlamamız kaçınılmaz hale gelir.
SİYONİST İMPARATORLUĞU
ABD-SİYONİZM İLİŞKİSİ NASIL BAŞLADI?

Kennedy'nin öldürülmesi başlangıç tarihidir. Kennedy katolikti, Siyonizme ve İsrail'in Atom bombası santraline, FED'in Siyonist kadro tarafından yönlendirilmesine karşı çıkarak devletin kontrolüne almak istedi. Devletin içinden bir kadro tarafından öldürüldü. Kennedy öldürülünce İsrail bu coğrafyada öne çıktı. Amerika'da Katolik lobisi siyasetin dışına bırakıldı. Kennedy ölünce yerine kardeşi geldi onu da sokak ortasında öldürdüler. Amerika'da politika Siyonist ve Evanjelistler'in elinde kaldı. Yahudiler ellerindeki ekonomik
gücü kullanarak Amerika'yı yönetiyorlar. Kudüsmerkezli Siyonist İmparatorluk kurmayı planlıyorlar. Elçilik açılınca arkasından Mescid-i Aksa yıkılacak ve din savaşı çıkacaktır. 2000 yıl önce İsrailliler'i Filistin'den kovan Roma İmparatorluğu'ndan intikam almaya çalışıyorlar.
Ortadoğu'da ne yapmak istiyorlar?
Irak 3'e Suriye, Suudi Arabistan'ı ve İran'ı 5'e bölecekler. Türkiye'yi coğrafi bölgelere bölmek istiyorlar. Osmanlı hinterlandını etnik kimlik, cemaat ve mezhep kavgaları üzerinden bölüp Kudüs'e bağlanması gibi bir planları var. Bölge ülkelerini parçalayıp 25-30 eyalet oluşturacaklar. Amerikan planı, Ortadoğu Birleşik Devletleri'dir.
Mescid-i Aksa'yı yakacaklar
İsrail, Mescid-i Aksa'nın yıkılmasına hazırlanıyor. Bir sabah kalkınca bakacaksınız ki Mescid-i Aksa çökmüş olacak. İsrail, çıkacak olan kargaşadan yararlanarak Lübnan'ı ve Gazze'yi işgal edecek. Ürdün'deki Araplar'ı güneye, Çerkezler'i Kafkasya'ya gönderecekler, Filistin'i Ürdün'e kaydıracaklar. Ürdün ve Lübnan, İsrail'in güvenliği için tampon devletlerdi. Artık ihtiyaç kalmadı. Lübnan'daki Hristiyanlar'ı da Suriye'ye gönderecekler. Suriye ve Türkiye'yi de terörle bölme planları var. Ordu ile bölemedikleri ülkeleri terör ile bölmek istiyorlar.
3. DÜNYA SAVAŞI ÇIKAR
Türkiye ile ABD'nin ilişkisini İsrail mi bozdu?
ABD ile hem NATO'da birlikteyiz hem de müttefikiz. Ama bizi yok etmek için elinden geleni yapmakta. Güneydoğu'da Kuzey Irak ve Kuzey Suriye'de Türkiye'yi parçalayacak girişimler içindeler. Bakın İran, Rusya bölgeye geldi. Çin bölgeye yerleşiyor. İngiltere ve Almanya da bölgede olduğuna göre, buradan 3. Dünya Savaşı çıkar. Ya da bunu engellemek için Yeni Bir Dünya Düzeni kurulur. Ya da Doğu- Batı dengeleri oluşur. Aksi durum savaştır.
ABD - İngiliz ilişkisi nasıl olacak?
Bugün dünyayı yöneten akıl hala İngiliz aklıdır. Amerika- İngiltere ayrışması yaşanmaktadır. Rusya ile Almanya'nın yakınlaşacağını ve Kuzey Birliği meydana getirileceği kanaatindeyim. İngiltere, Brexit ile AB yükünü sırtından atarak Amerika'ya karşı harekete geçmiştir. Dünyanın geleceği için Çin ile Kuşak Yol Projesi hayata geçecektir. Bu proje İsrail'i paniklemiştir. Bu proje ile Türkiye ve İran önem kazanmaya başlamıştır. İsrail, Türk - İran savaşı çıkarmak istedi. Sayın Erdoğan'ın girişimleri ile bu engellendi. İsrail şimdi ekonomik krizler çıkararak yoluna devam etmek isteyecektir. Hem de kendilerinin finanse ettiği terör örgütleri ile bölgeyi savaş alanına dönüştürmek isteyeceklerdir.
Batının ileriye dönük Ortadoğu planlarında neler var?
Ortadoğu'nun geleceğinde üç merkez vardır. Kudüs, İstanbul ve Bağdat'tır. ABD, Mezopotamya'yı Araplar'a, hele Şii İran'a asla bırakmayacaktır. Amerika dünyayı merkezden yönetmek için BM'yi Bağdat'a taşımak istiyor. İsrail'e kalırsa Kudüs dünyanın merkezi olacaktır. BM'yi Kudüs'e getirmek istiyor. İngiltere'de bunların önünü kesmek için İstanbul'u Finans Merkezi yapmak istiyor. Türkiye'nin ayakta kalabilmesi için Ankara'nın merkez olarak kalması gerekir. Türkiye bu planlara karşı Azerbaycan ve İran ile yakın işbirliği içinde bulunması gerekiyor.
RÖPORTAJ: ALİ DEĞERMENCİ, TAKVİM-28 Mayıs 2018